Birkaç hafta önce amcamın vefatı nedeniyle memlekete gitmiştim. Defin sonrası bir akrabamla sohbet ederken, yıllar önce TBMM’de ziyaretime geldiği günü hatırlattı. O gün söylediklerim aklında kalmış. “Öngöründe haklı çıktın!” dedi. Konu şuydu: Bir Komisyonun yasama uzmanı olarak görevime odaklıyken, çevreden yükselen seslerle başımı kaldırdım. Karşımızdaki televizyon ekranında, ABD’nin New York’daki ikiz kulelerine uçak çarpıyordu. İşi gücü bıraktık ve bu felaketi izlemeye kapıldık. Büromuzdaki bir yaşlı büyüğümüz “Oh olsun, bunca zulümler ettiniz!” diye bağırınca, saygı sınırlarını aşarak şiddetle karşı çıktım kendisine.
“Bu tavrınızla siz, yüzbinlerce Müslümanın katline de oh olsun demiş oluyorsunuz. Adamlar Müslümanları katletmek için bahane üretiyorlar. Dünyaya Müslümanları cani göstermeleri lazım ki destek görsünler veya en azından tepki olmasın. O çöken binalardaki insanların tamamı da, dinleri ne olursa olsun masum vatandaşlar. Aralarında tek bir masum olsa bile o terör zulümdür. Masum bir insanın katline oh olsun diyen Müslüman, kendi başına gelecek bir cinayeti hak eder. Rabbimizin dininde her masumun canı kutsaldır. Cinayet işleyenden veya yeryüzünde fitne çıkarandan başkasını öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Senin her namazında ayetlerini okuduğun Kur’an’da Rabbimiz böyle demiyor mu? Nasıl titremiyor yüreğin?”
Nitekim zaten sonradan, çöken o kulelerin altında çok sayıda Müslümanın da öldüğü anlaşıldı. Ardından çok geçmedi, Bush yıllar sürecek bir Haçlı seferi başlattığını ağzından kaçırdı. Çok geçmedi, parasını dolardan euroya geçirmenin intikamını Saddam’dan almak üzere saldırıya geçtiler ve birkaç günde 1.5 milyon Iraklıyı katlettiler ve yarım milyon çocuğu yetim bıraktılar.
Biz Müslümanlar ne yapabildik? Bizim liderlerimiz ne yapabildi? Dünya ne yaptı? Nasıl vereceğiz biz bu çetin imtihanlardaki duyarsızlığımızın hesabını kıyamet günü?
Bu tabloya bir de Rabbimizin hikmeti penceresinden bakalım: Allah yüce Kitabımızda zulmeden toplumları belalara düşüreceğini ve zulmün haddi aşması halinde de helak edeceğini bildirmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki kavimlerin helakine dair onca hatırlatmayı biz Müminlere Rabbimiz boşuna yapmamıştır.
Bireyler kadar milletler de sürekli imtihan halindedir ve imtihanlar, denizin dalgaları gibi bazen küçük ve bazen büyük gelir. Bazen de tsunamiler gibi sarsıcı imtihanlar yaşarız.
İmtihanların amacı, o zor zamanlardaki tutumlarımızla gerçek bir imanla mı, şirkle mi, şükürle mi, nankörlükle mi, dünya sevdasıyla mı, ahiret aşkıyla mı yaşadığımızın ortaya çıkmasıdır.
Milletimizin imtihanları, ahlaksızlığı arttırmayı amaçlayan diziler, teknolojiler, ekonomik krizler, darbeler, terör gibi bir sürü dalgalarla peş peşe devam etmektedir. Bu süreçte yeni nesiller doğmakta ve yaşlananlar da kazandıklarıyla birlikte ahirete göçüp gitmektedir.
Takipçilerimiz bilirler ve hatırlarlar. Facebookta yıllar öncesinden bugünlere işaret eden yazılar yazmış; islam ümmetinin tıpkı Firavun ile Kızıldeniz arasında sıkışan İsrailoğulları gibi bir tuzağın içine düştüğünü ifade etmiştim. O tuzağın Suriye’de dibimize kadar nasıl fecaatlere sebep olduğunu gördük.
2012 yılında işler pek yolunda görünürken, milletteki ahlaki yozlaşmaya bakarak, “Korkarım ki Kızıldeniz’in kenarındayız” diye yazmıştım. Biraz daha geriye gidince 2011 yılında, bize bu tuzağı kuran baş aktörü ifşa etmiştim.
Bizi bu çetin imtihandan sağ salim kurtaracak bir Musa asasının ancak milletçe topyekün bir tövbe ile nasip edilebileceğini ve Yunus aleyhisselamın kavmi gibi Rabbimizin emrettiği ahlaka dönmez isek, bu belalarla baş etmeyi başaramayacağımızı bir çok kez dile getirdim. Ne yazık ki sözlerimi duyuramadım ve uğradığım iftira ve linçlere duyarsız kalan yetkililer de, hakka kulak vermeyen ve yazılanları okumaktan aciz millete diyebileceğim bir şey de bırakmadılar. Artık bazı doğruları ifade etmenin çok da anlamı kalmadı.
Artık kaderimizi yaşıyoruz hepimiz. Zaman zaman sular öylesine bulanıyor ki, ne avlayan kimi avladığını ve ne de avlanan kimin tuzağına düşebileceğini görebiliyor. Kapkaranlık bir dünyada, Rabbimizin buyurduğu ilkelerden başka bir tek gerçek ışık kaynağımız yok ve olmayacak.
Mardin’den bir dostumun bana gönderdiği şu ibretli mesajı sizinle paylaşayım: “Sabah, müdavimi olduğum sebze halinin karşısındaki amele kahvesine uğradım. Bir masada benimle aynı yaşlarda dört kâğıt hurdacısı vardı, muhabbet ettik. Halepliymişler, biri Suriye’de Baas Partisinin üyelerinden radikal bir solcu, biri Türkmen milliyetçisi, biri Kürt, diğeri ise Arap/Türkmen melezi ve tarikat ehliymiş. Neden bu hale düştüklerine dair soruma şöyle cevap verdiler: “Abi biz Suriye’de bırak aynı masada oturmayı, aynı caddede bile birbirimize tahammül edemezdik. Şimdi vatan elden gitti, aynı çöplüğü karıştırıyoruz.”
Biz Türkiye’de birbirimizden -aramızdaki hainler dışında- hamd olsun o şekilde nefret etmiyoruz. Böyle değiliz. Ama dikkat ediniz: Ben on yıl önce Suriye’ye gitmiştim. Hama’dan girip Şam’a kadar gittik ve Halep’den geçip yurda döndük. Emevi Camiinde namaz kıldım. Şamdaki sahabe mezarlığını ziyaret ettim. Müslümanlar sabah namazlarında akın akın camiye gidiyorlardı. Halep’de Ermeniler çekinmeden çocuklarına törelerini öğretiyorlardı. Büyük bir huzur ve barış iklimi vardı. O denli birbirlerine anlayışlı insanları, sonradan birbirine düşman haline getiren fitnenin aynısı bizim başımıza da örülebilir.
Halep için yüreğimizin yanmasından başka ne yapabildik? Sadece Halep mi? Bu kara bulutlar bütün İslam beldelerinin üzerinde dolaşmıyor mu? Suriye halkını türlü tahriklerle birbirine boğuşturmak üzere sokaklara sürenler, bir benzerini bizim milletimize de yaptırmaya çalışmıyorlar mı?
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman Türkiye’nin bir iç savaşın eşiğine doğru ilerlediğini neden söyledi? Bu cümleyle başımıza neyin hazırlıklarını yaptıklarını, ülkemizdeki ihanet şebekelerini ne tür eylemlere hazırladıklarını ilan etmiş oldular.
Türk vatandaşları öyle fitnelerden geçirilsin ki, birbirlerinin mezhebine, etnik kimliğine, kişisel hayatındaki yaşama tarzına tahammül edemesinler de, boğuşsunlar. Sonuç ne olacak? Halep gibi? Vatan yerle bir, milyonlar sağa sola çil yavruları gibi dağılmış ve sonra da başkaları güle oynaya gelip o güzelim topraklara rahatça yerleşsinler. Yerini yurdunu kaybeden Suriyeliler Türkiye’ye kaçtılar. Peki biz nereye kaçacağız? Öyle ise bu işin şakası yoktur. Bizi birbirimize kırdıramadıkları sürece bize bir şey yapamazlar. Biz içeride barışımızı, yürek birliğimizi samimiyetle koruyabilirsek, dışımızdaki ehli şiayı da üzerimize süremez, ümmeti topyekün mezhep boğuşmasıyla bitirmeye kalkışamazlar. Ama zayıf düşen bedene bütün hastalıkların birden hücum etmesi gibi, zayıflayan milletimizin başına aniden çökeceklerini unutmayalım.
Peki biz bu tuzağa düşecek miyiz? 15 Temmuz darbe ihanetinden sonraki gelişmelere bakıyorum ve ben çok sayıda mazlumun iftiraya uğradığının zamanında fark edilmemesinden çok endişe duyuyorum. Bu ülkede olup bitenleri analiz eden strateji uzmanları, sosyal psikologlar neredeler? Milletimizin nasıl bireyselleşip yapa yalnızlaştırıldığını görmüyorlar mı? Milletimizin büyük bir kesiminin dindarlıktan korkar ve dindarlardan çekinir hale geldiğini ve millete din dışılığı kabule zorladıklarını anlamıyorlar mı?
Bu gidişatın psikolojik operasyon aktörleri geleneksel ve sosyal medyada boy gösteriyorlar. Korku ve tehdide değil, milletin yüreğine sinecek bir sempati ve güven iklimine ihtiyaç var ve hem de acilen.
Ben yine de birkaç hayati ilkeyi tekrar yazayım, belki birkaç kişi daha kendine gelir umuduyla:
-Siyasilerimiz söyleyemese de, başımızdaki büyük tuzağın ana kurgucuları bize öteden beri dost ve müttefik görünen Batılı ülkelerdir ve ihanet şebekelerinin kollarını kılcallarımıza kadar soktukları ortadadır. Makamın ve gününü gün etmenin ve hamasi sloganların ve birde gecelerini okumak yerine ekranları izlemek şehvetine kapılanlar, bizi tezgâhlanan belalardan kurtaramayacaklar.
-Müminler Allah’ın kitabına sarılsın ve içeriğini acilen öğrenmeye çalışsın: “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız.” (A’raf, 171) emrine uymayanlar fitnelerde boğulabilirler.
-Allah’tan başkasına güvenen herkesi büyük hayal kırıklıkları bekliyor. Efendim bu çok basiretli bir yönetici imiş, bu süper ihlaslı ve üstün âlim ve Allah dostu bir imam imiş. Hayır, tuzaklar sıradan akılların göremeyeceği kadar karmaşık ve imtihan çetin. “Müminler sadece Allah’a güvenip dayansınlar.” (İbrahim: 14/11) Allah’a hakkıyla güvenmeyeni güvendiği başkaları hayal kırıklıklarına uğratır.
-Yüzbinlerce masum katledildi ve milyonlarcası evini, yerini, yurdunu kaybetti ve canını zor kurtardı. Çileler içinde yaşıyor. Bu haldeyken eğlence, israf, sorumsuzluk ve duyarsızlık bize yakışmaz. Masum insanların feryadı bizim de feryadımız olsun. Bugün muhtaçlara el uzatmazsak, yârin Allah da kimsenin bize el uzatmasına izin vermez.
-Biricik önemli birleşme sembolümüz Türk Bayrağı ve Türkiye Cumhuriyetidir. Mümin olan ve olmayan herkesin ortak değeri bu vatana sahipliğimizdir. Bundan sonraki ortak değerimiz dinimizin en önemli ilkesi olan adalettir ve devletimizin mutlaka hızlı, etkin ve vicdanları teskin edecek bir adaleti ne pahasına olursa olsun diri tutması şarttır. Adaletsizliğin en hızlı yayılan en ölümcül kanser olduğunu unutmayalım.
-Fitne yalan haberlerle kitleleri birbirine karşı nefrete sürükleyip boğuşturur. Gazetecilerimizin yarısı yalan haber yapıyor, gerçekleri saptırıyor ve buna karşı iftiraya uğrayanların yapabileceği fazla bir şey yok. Başına gelmeyen anlamıyor. Böyle bir medya oldu sürece ve hele de sosyal medya ile, toplumun her türlü fitneye düşürülmesi kolaylaşır. Öyle ise hiç bir habere güvenmeyelim: “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın.” (Hücurat, 6) ayetini asla unutmayalım. Onlar dindarlıdır, basiretlidir, şöyle böyledir demeyelim, hayır! Peygamberimizin damadı Hz. Ali ile, eşi Hz. Aişe arasında çıkarılan fitneden kaynaklanan savaşta 20 bin müslümanın birbirini katlettiğini hatırlayalım. Bugünün insanları o günün mübarek insanlarından daha basiretli değildir.
-Ayrıca biz yaralıyız, hassas damarlarımız ve yönlerimiz vardır. Türkiye’de neredeyse cumhuriyet tarihi boyunca halkımızın yüreğine nefret tohumları ekilmiştir. Yara yüreklerimizde çok derindir. Bu yüzden herkes sözüne ve tavrına son derece dikkat etsin. Bütün bu terörler kesinlikle dışarıdan destekli ve organizedir. Bin yıldır farklılıkları bağrına basmayı başaran bu millet bu terörü kendisi üretmiyor; ama cahiller alet oluyor, fitneye ve tuzağa düşüyor. Mezhebe, etnik kimliğe ve benzeri farklılıklara yönelik topyekün nefretleri tetikleyenler de, yaşayanlar da yurtlarına ihanet ediyorlar. Kuralımız bellidir: Fitneden sakınmalı, ortalıkta bağırmaktan, yazmaktan, okumaktan ve hatta izlemekten uzak durmalıdır.
-Son olarak sizlerden beklendim, ben ancak yazabilirim, kendi çoluk çocuğuma anlatabilirim. Siz de bu gerçekleri aileniz başta olmak üzere çevrenizle paylaşmaktan sorumlusunuz. Duyarsız ve ilgisiz kalırsak, bedel ödediğimiz zaman kimseyi sorumlu saymaya yüzümüz olmaz.
Allah bizleri ve bütün masumları her türlü kötülükten korusun. Dr. Muhammed Bozdağ