Bu milleti seven, bu millete hizmet eden her hak ve adalet sevdalısı iman sahibine Allah şefkat ve rahmet eylesin.
Siyasi liderlerden olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri 25 Mart 2009’da saat 15.03’da Keş dağında düşmüş ve Yazıcıoğlu beraberindeki beş kişiyle vefat etmişti. O gece kendisini ve ekibini, o karlı buzlu dağlarda, kan revan içinde düşündükçe biz kendi evlerimizde üşüyorduk. Aynen şu şiirinde söyledikleri çarpıyordu yüreğimize biz sabırsızlıkla ve saatlerce bir iyi haber beklerken:
- Ey sonsuzluğun sahibi,
- Sana ulaşmak istiyorum
- Durun, kapanmayın pencerelerim, güneşimi kapatmayın,
- Beton çok soğuk, üşüyorum.
Uyuyamadığımız, kurtulmaları için defalarca dua ettiğiniz o gecenin üzerinden tam 47 saat geçtikten sonra ölüm haberleri geldi. İnanılır gibi değil. Eğer haberler doğruysa koskoca devletimiz iki gün geçmesine rağmen olay yerine intikal edememiş ve enkazı köylüler bulmuştu.
Üzerinden bunca yıl geçtiği halde bu milletin bir evladının nasıl öldüğünün veya öldürüldüğünün ortaya çıkarılamaması can yakıcı bir durumdur. Bu topraklarda ülkemizin aşamadığı bir güç mü vardı ki yaşananın iç yüzü tespit edilemiyordu?
Konuyla ilgili dile getirilen iddialar dehşet verici… Helikopter düştü dendi ama o helikopterde bulunan ve 45 dakika telefonla yardım isteyen bir gazeteci daha sonra vefat etmiş ve çenesi kırılmış olarak bulundu. Yıllar sonra bu konudaki en net iddiayı Abdurrahman Dilipak’ın yazısında okudum: Şöyle diyordu:
“Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düşmedi. Helikopteri sert iniş yaptı. Daha sonra helikopterle gelen bir tim Yazıcığlu’nu infaz etti. İnfaz için gelen helikopter kırıma uğradı. Arkasından Malatya’dan iki helikopter kalktı. Ardından da Akdeniz’de bulanan bir Amerikan gemisinden helikopter kalktı, geldi ve ondan sonra o da üssüne döndü. Bu işin içinde Amerika, İngiltere ve siviller var. Muhsin Başkan sağ olarak 2 rekat namaz kıldıktan sonra infaz edildi.”
Her ne oldu ve nasıl olduysa mutlaka çıkacaktır ortaya… Bu dünyada süper güçlerine güvenenler can yakıcı zulümler yapabilirler, fakat kimse Allah’ın ölüm pençesinden ve ardından gelecek olan ebedi hesabından kaçamayacak.
Ben Yazıcıoğlu ile şahsen tanışmadım. Kendisini sık sık anmaya çalışırım ve bunun özel bir sebebi var.
Rahmetli ile tek temasım, 2005 yılında gittiğim hacda kendisiyle Kabe’nin karşısında karşılaşmam, göz göze tebessümle selamlaşıp tokalaşmamızdır. Yakın koridorlarda bulundum ve doğrusu bir ara kendisiyle tanışmak ve memleketin haline dair değerlendirmeler yapmak istedim. Fakat tam teşebbüs edeceğim sırada bazı rüyalarım beni men ediyordu.
Nasip olmadı ve şehadet haberini duydum. Bu kazanın bir suikast ve bu vefatın bir şehadet olduğuna yürekten inanıyorum ve bunun kişisel işaretlerine sahibim.
Vefatından bir süre sonra bir rüya aleminde gördüm kendisini… Anadolu’nun sessiz bir vadisinde yürürken aniden çıktı karşıma. Şaşırdım, sen ölmedin mi, hayatta mısın gerçekten? Tebessüm etti, kucaklaştık. Fakat kaybedecek zaman yoktu ve kol kola koşarak Meclise doğru ilerliyorduk. Biz koştukça ayak seslerimize ayaklar ekleniyor ve halk kalabalıklaşarak bizi kuşatıyordu.
Bu rüya bana “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler.”(Ali İmran, 169) ayetini hatırlattı. Rahmetli siyaset yapıyordu, fakat siyasetin ötesinde bu milletin için bilinmedik gayretler sergilediğine inandım.
İki yıl kadar önce –tarihini not etmedim- tekrar girdi rüyama. Olayın ve delillerinin iyice örtülüp kazanın unutturulacağı hissine kapıldım bu rüya ile…
Son olarak 22.12.20015, Mevlit kandili günü, sabah namazından sonra, yorgun olduğumdan dinlenmeye çekildim. Rüya âlemindeyim. İnsanlar çoğunluğu Sonsuzluk Yolculuğu kitabımdan olmak üzere yazılardan bir sunum hazırlayıp halkımıza Allah’ın hak dinini anlatıyorlar.
Bir büyük salonda toplanan halka seminer verilirken, kırmızı kazaklı bir maaşlı imam sunumu aşağılayarak hadislerde yer almayan o anlatımın batıl olduğunu iddia etti. Bunun üzerine seminer salonuna gelip, anlatılanların Kuran’a dayanan hakkı ifade ettiğini izah ediyordum ki dinleyiciler hocanın itirazından etkilenip hızla salonu boşalttılar.
Bu duruma üzüldüm ve insanları haktan uzaklaştıran o hocaya, “Sen benim hizmetimin önünü kestin, Allah da sana bunun bedelini ödetsin.” Anlamında bir bedduada bulundum. Biraz sonra hocayı yakaladılar, bir araca bindirip kaçırırken önce kaza yaptılar ve sonra kelepçeleyip, bağlayıp dar bir tünelin içerisine soktular.
Tam o üzüntülü halimdeyken rahmetli şehit Muhsin Yazıcıoğlu capcanlı bir parlak bedeni ve muhteşem güler yüzüyle karşıma çıktı. Sanki bedeninin içindeki ışık teninden dışarıya taşıyor, fışkırıyordu. Beni desteklemeye geldiğini söyledi. Bu destek karşısında sevinçten ağladım.
Sonra kendisine, gaipteki büyüklerden himmet istemenin yalnızca Allah’a dua etmek olan Kur’ani buyruğa uymadığını düşündüğümü ve sadece duasını beklediğimi söyledim. Bazı konularda Muhyiddin Arabi gibi büyüklerin bazı fikirlerini Kur’an ile bağdaştıramadığımı ifade ettim. Allah evliya da olsa kullarının kimi hatalarına müdahale etmemiştir, büyük de olsalar hatadan hali değildirler diyebilir miyiz diye düşünüyorum ve cevabını arıyorum dedim.
“-İstersen Arabi’yi çağırayım, bunu ona bizzat sorman için” dedi. Olabilir dedim, gitti ve o bekleyiş içerisinde uyandım.
Allah rahmetlinin nurunu arttırsın, kendisine şefkatiyle ve rahmetiyle muamele etsin. Bu dünya kimseye kalmayacak ve bütün zalimler ilahi huzurda yaptıkları her zulmün satır satır hesabını verecekler. Allah bizi ümmete ve millete ihanet etmekten ve edenlerin şerrinden rahmetiyle korusun. Tüm şehitlerimizi ve imanla vefat eden tüm ecdadımızı rahmetle anıyorum. Allah dualarımızı ve selamlarımızı rahmetiyle onlara ulaştırsın. Amin. Muhammed Bozdağ