Yok edici mini buzul çağını yaşayan, kavimleri helak eden felaketlerden, küresel savaşlardan geçen insanlık için küçük, ama günümüzdeki nesil için büyük bir salgın hastalık koronavirüs. Henüz üçüncü ayın içerisindeyiz ve bu salgının ne kadar zarar verebileceğinden emin değiliz. Dünya eğlencelerine saplanan insanlık için çok sarsıcı ve uyarıcı olduğu kadar, yaşama alışkanlıklarımızı kökünden değiştirecek bir sürecin içindeyiz.
Bu yazıda, konuyla ilgili herkesi ilgilendirdiğine inandığım şu beş soruyu, deneyim, gözlem ve bilgilerim çerçevesinde cevaplayacağım:
1-Korona salgınının maddi sebebi ve manevi hikmeti ne olabilir? 2-Kaderimizde belalara fetva verdiren küresel kusurlarımız neler olabilir? 3-Bu salgının bizi zorladığı adaletli hayata dönmezsek, salgın sonrası kendimizi nasıl bir dünyada buluruz? 4-Korana virüsünden korunmanın birinci maddi yolu olarak, virüs bulaşmasından nasıl sakınabiliriz? 5-Korana virüsünden korunmanın ikinci maddi yolu olarak, savunma sistemimizi nasıl güçlendirebiliriz?
1- Korona salgınının maddi sebebi ve manevi hikmeti ne olabilir?
Olayları anlamak için sebeplerine bakıyoruz ve maalesef günümüz insanı, sanki Allah yokmuş veya varsa da yarattığı olayları belli amaçlara bağlı yaratmıyormuş, karışmıyormuş gibi bir zanla, maddi sebeplerde boğuluyor.
Hakiki Mümin şuna inanır: Her olayı Allah belli amaçlar/hikmetler için yaratır. İmtihan dünyası nedeniyle de olaylardaki hakimiyetini maddi/görünür sebeplerle perdeler. Örneğin, trafik kazasıyla can almış gibi görünür, oysa o maddi olayın arkasında Azrail as gibi bir manevi el yaratmıştır ve onun arkasında da bizzat kendi emri ve kudreti vardır. Olayların maddi sebeplerinin arkasındaki manevi sebeplerini anlayan bir bakış açısı geliştirme konusunu Ruhsal Zeka kitabımıza havale edip, yaşadığımız salgının muhtemel maddi ve manevi sebeplerine dair birkaç noktayı hatırlatalım:
Korona salgınının muhtemel maddi sebepleri:
Son yıllarda sosyal medyada gelecekten haber verir gibi konuşan, her gün başka iddia ve teorilerle kafamızı karıştıran stratejici patlaması yaşıyoruz. Kimine göre ABD koronayı laboratuvarda geliştirmiş, öğrenci kılığındaki Çinli ajanlar çalıp ülkelerine götürmüş, ABD’ye karşı kullanmak için geliştirirken yanlışlıkla veya bilerek kendilerinden başlayarak Dünyaya yaymışlar. Başkasına göre ABD’nin Çin’e saldırısı veya yeryüzüne yeni bir formatta hükmetme operasyonu başlatan İngiliz-Çin ortaklığının operasyonu. Kimine göre, dünya zenginliğinin yüzde seksenine hükmeden Aşkenazi kökenli birkaç Yahudi ailenin, ulus devletleri yok edip, tüm insanlığı dijital teknoloji yoluyla yönetmeyi sağlayacak tek/küresel dünya devletini kurma operasyonu… Ya da 2020 yılı için planladıkları tarihin en büyük ekonomik krizini insanlığı korkutup uyuşturarak ve zorla kabul ettirmek amacıyla üretilip kullanılan bir maske… Korona bir dünya savaşının öncü enstrümanı mı, karşı saldırıları ve dalgalarıyla gelecek yazı, kışı ve ertesi yılı kuşatacak mı? Ya da 2021-2024 yıllarında yaşanması hesaplanan sıcak bir dünya savaşına mı evrilecek? Veyahut bu salgın basitçe, Çin/ Vuhan’daki bir hayvan pazarında satılan yarasa veya pangulin çorbasından mı yayılmış?
Ben doğru cevabı bilmiyorum. Ama bu salgının yukarıdaki amaçların tümü için de kullanılabilmesini sağlayan psikolojik korku ortamının küresel medya tarafından (bizimkiler dahil) yarışırcasına pompalandığını görüyoruz. Bu olayın maddi/görünür sebebinin ne olabileceğini, zaman içerisinde hangi amaçlar için kullanıldığına bakarak görebileceğiz.
Korona salgınının muhtemel manevi sebebi:
Görünür/zahiri sebep her ne olursa olsun, bu salgının tek hakiki sebebi, Yüce Allah’ın ister zalim devletlerin eliyle veya isterse yarasa çorbası yoluyla bu felaketi yaratması ve bununla insanlığı terbiyeye, ahlaka, adalete zorlamasıdır. “De ki: ‘Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim sahibimiz ve koruyanımızdır, inananlar Allah’a güvensin.’” (Tevbe, 51)
Dikkat edelim, bu küresel salgın tüm insanlığı doğru yola sadece bir çağırma değil, bir zorlamadır ve bu, Allah’ın halkının çoğunluğu azgınlaşan milletlere karşı bir kanunudur. “(Firavun) milletinin üzerine, kudretimizi ispatlayan, tufan, çekirge, böcek, kurbağa ve kan (belasını) gönderdik ki (tövbe edip doğru yola dönsünler). Fakat kibirlenmekten geri durmadılar ve cani/mücrim bir millet oldular. (Araf, 133)
Doğru yol çağrısına gelince, o ebedi kurtuluş yolunu yüce Allah en son 14 asır önce, elçisi Muhammed (Asm) ile yapmıştı tüm insanlığa. Allah’ın bolluğa boğduğu şimdiki nesil olan bizler ne yaptık peki? Kitaba sımsıkı sarılmak, hükümlerini öğrenip ahlakımızı düzeltmek yerine, ululadıklarımızın eteklerine yapışarak, umrelere gidip gelerek kurtulacağımızı sandık. Peygamberimiz kıyamet günü Rabbimize bizim hakkımızda şöyle diyecek: “Ey Rabbim! Ümmetim bu Kur’an’ı terkedilmiş bir şey haline getirdi.”(Furkan, 30)
Rabbimiz dinimizi öylesine yüzümüze çarptı ki, tarihte görülmemiş olaylar yaşıyoruz. Camiler kapandı, cumalar kesildi, Kâbe bile kapatıldı bir ara. Bu yılın Haccı dahi uluslararasına yasaklanabilir. Sen her işini yalanla yürüt, mazlumun ahına kulak tıka, hukukun ayaklar altına alınmasına, insanların yerlerinden yurtlarından edilmesine sus ve hatta alkışla… Sonra da hoparlörlerden dua ederek kurtulacağını zannet. Ey Müslüman, musibetin şu veya bu maddi/görünür sebeple gelmesi önemli değil. Camilerimizi dahi bize kapattıran hakiki sebep Allah’tır ve din ehli bunu hakiki samimiyetle düşünmezse çok daha ağırlarını beklesinler.
Kıyamete yakın zamanda gelecek olan dabbetül arzın vereceği mesajın bir biçimini veriyor korona virüsü… “Vadedilen olay başlarına geldiğinde, insanlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız da, insanlara ‘âyetlerimize yürekten inanmadıklarını’ söyler.” (Neml, 82) Korona hareketsiz bir virüs, kendi başına debelenen bakteri gibi bir dabbe değil. Demek ki insanlık bu olaydan kurtulunca daha büyük bir azgınlığa sapacak ve bu sefer gelip insanlara hayatı dar edecek olan o yaratık şu mesajı verecek yüreklere: “Ey müminler, siz gerçek mümin değilsiniz, siz Allah’ın ayetlerine sözde, güya inanıyorsunuz; ama özden ve yürekten inanmıyorsunuz.” Allah bilir, o en büyük dabbeyi belki de torunlarımız görecek ve zaten ondan sonra da yeryüzü kıyameti gözleriyle görecek olan en azgın azınlığa kalacak.
2-Kaderimizde belalara fetva verdiren küresel kusurlarımız neler olabilir?
Sonsuzluk Yolculuğu kitabımızın kıyamet alametleri kısmında açıkladığımız üzere, insanlık tarih boyunca Allah’a karşı eşi benzeri görülmemiş bir küresel kibir içerisine dalmıştır. Bu durumun sebebi, modern teknolojinin bizim ölümlü ve aciz Âdem çocukları olduğumuzu bize unutturan sanal bir oyun dünyasına zihnimizi hapsederek basiretimizi köreltmesidir. Birinci ve ikinci Dünya savaşında on milyonlarca can verdikten sonra biraz ahlakını düzelten insanlık, yeniden ve bu kez çok daha büyük bir zulüm bataklığına dalmıştır.
Dünya, ahireti kazanalım diye yaratılan kısacık bir imtihan iklimi iken, burasını ebedi ikametgâhımız zannettik. Rabbimiz Allah iken, egomuzu, parayı, makamı, siyasileri ve din adamlarını ilahlaştıran kitapların ve hatiplerin söylemlerine taparcasına kapıldık. Şeytan bizi varlıkta azgın şehvetin, yoklukta abartılı korkunun tuzağına çekerek harama sürükledi.
“Allah tüm kullarına rızkı bol bol verseydi, hepsi yeryüzünde azarlardı.” (Şura, 27) ayetinin uyarısını zamanında dinlemedik. Bize bolluk ve bereket, iyilik ve şükür için inmişti. Ama mücahitler müteahhit oldu. Adalet ve iyilik için yola çıkıp kendimizi nefsimizin köleliğine düşürdük. Fazla para görenler, ikinci üçüncü kadın, metres veya zina peşine düştü. Allah’ın birbirinin iki sevgili yardımcısı olarak yarattığı erkekle kadın birbirine düşman edildi, yuvalar parçalandı.
Aşırı kazanma hırsı veya kaybetme korkusuyla, on esnaftan altısı yalanla iş yapar oldu, vatandaşa arısız bal, sütsüz peynir yedirenler türedi. Allah’ın kendisine savaş açmak olduğunu bildirip yasakladığı faiz zifirinde halkın yarısı boğuldu. Masumiyet karinesi ayaklar altına alındı, on binlerce masum, adilce yargılanmadan, savunmaları alınmadan perişan edildi. Adalet bozuldu, tıkandı veya geciktirildi. Kamusal makamlara kurulanlar yetimlerin hakkını, itibar yarışında zevkü sefada harcadı. Bürokrasi kamusal kaynakların, ulema da siyasilerin eteklerine tutunup, gününü gün etti. Emanet ehline ve adaletle değil, ehli olmayanlara torpille dağıtıldı. Zulmün yaygınlaşma dehşetinden melekler ağlıyor, arş titriyordu.
Çin en az bir milyon masum Müslümanı, imanlarını zorla bozmak için toplama kamplarına yığdı. Myanmar’da masumlar sürüldü, kaçamayanlar diri diri yakıldı. Irak’ta hem de bizim ülkemizden kalkan ABD uçakları bir milyon masumu katletti. Suriye’de başlayan iç isyan yüzünden bir milyon ölüm ve milyonlarca evi başlarına yıkılan çoluk çocuk… Tüm bunları yaparken birbirine gülücükler dağıtan Dünya liderleriyle gururlandık hep beraber. Ülkesinin Amerika’yla birlikte dünyayı yönetmesinden gurur duyan bir Kâbe imamının söylemine kulak tıkayan ümmet için Kabe’nin kapatılması az bile! Allah ceza olarak, en büyük farz görevlerle ilgilenmek yerine, o mübarek Kabe’ye gidenlerle yaydı bu korkuyu İslâm yurtlarına… Kim ibret alacak?
Kimin umurundaydı bu felaketler? Bırakın bu korkunç zulümlere karşı çıkmayı, sadece duyarsız olmadık, destek bile çıktık. Kendimizi televizyon dizilerine kaptırdık, yanı başımızdaki komşunun yuvasında çıkan zulüm yangınına kulak tıkadık. Hristiyan Müslümanı, Müslüman Hristiyan’ı ve hatta din kardeşini umursamadı. Gerçekleri söylemeye çalışan gariban birkaç kişi, başına çökülüp yalanla, iftirayla, kumpasla höt diye susturulduğunda, kimsecikler sahip çıkmadı. Çoğunluk, sadece ben, yalnızca ben dedi. Millet aklını kullanıp yalanı sorgulamak yerine, perişan edilen masum evladına sırtını döndü. Böylece millete doğru yolu gösterebilen kimse kalmadı veya kalanların sesini de duyan yok.
İşte şimdi kaderi ilahi ateşi tüm ocaklara düşürüyor. Herkesin herkesi vebalı gördüğü, evlatların anne babadan kaçtığı, medeniyetin tüm şehvet oyuncaklarının kullanılamaz olduğu bir ilahi imtihanın içerisine savrulduk. Medeniyetin oyuncakları bir anda yok oldu ve sanki herkesin birbirinden korkup kaçacağı kıyametin diriliş meydanındayız. Allah yüce kitabında bize kavimlerin helakine dair olaylar anlatıyor, neden? Allah masal olsun, zaman dolsun diye hikâye mi anlatır?
Tarihteki kavimleri helak eden ana sebep namaz kılmamak, oruç tutmamak, içki içmek gibi kişisel günahlar değildir, efendiler, zulümdür, zulüm! Adalet çökerken, nasılsa bana dokunmuyor diyerek susan ama kesesi zarar görünce sesi yükselen insanlar, kahrolmaktan kurtulamazlar. Ekonomik krizlerin de, savaşların da, fakirliğin de, hastalıkların da, musibetlerin de en temeldeki sebebi adaletsizlikten doğan psikolojik iklimdir. Salt Allah’a karşı zulmün cezası asıl öteki dünyada, kula karşı zulmün cezası ise asıl bu dünyada başlar. Adalet, devlet-millet varlığının ve bütünlüğünün kalbi ve can damarlarıdır. Her türlü musibet aşılabilir, ama bir millet adaletsizliğe son veremezse, kendisi helak olur. Nitekim kıyametin sebebi de insanlığın tümden topyekün bir zulme saplanmasıyla olacaktır. Şöyle buyurdu Rabbimiz: “Sonunda zulmeden kavmin kökü kesildi.” (Enam, 45) “Allah, fasıklardan ve zalimlerden başkasını helâk etmez.” (Ahkâf, 6/35).
Şimdiki haliyle korona, kavimleri veya insanlığı helak edecek bir musibet değildir. Medyanın pompaladığı korkunun onda biri kadar bile ölümcül değildir. Dolayısıyla koronayı bir küresel helaket sebebi değil de bir ilahi uyarı olarak görüyorum. Fakat insanlık bu uyarıya kulak verecek mi, yoksa, Allah’ın ard arda gönderdiği musibetlerle boğuşan Mısırlıların, buna sebep zannettikleri Musa (as)’a büyücü dedikleri gibi mi davranacaklar? Yani bu virüsü filan ülke çıkardı, falanca yaptı gibi zahiri sebeplerde boğulup, salgın geçince zulümlerine dönecekler mi?
Unutulmasın ki bu virüsün bile ikinci üçüncü dalgasının nasıl geleceği, gelecek yazın veya kışın karşımıza ne çıkacağı belirsizdir. Allah kavimlere bir belayı gönderir de, kavimler gerekli dersi alıp, tövbe etmez ve durumlarını düzeltmezlerse, felaketler büyüyerek helakete kadar gider. Arkasından hıçkırarak ağlayan milyonlarca Müslümana namaz kıldıran, ama Amerika’yla birlikte dünyayı yönetmekle gururlanan malum Kâbe imamı gibi de olsanız, fark etmez. Eğer zulmü alkışlıyorsanız, sonunuzun ne olacağını şu ayetten öğrenin: “Zulmedenlere meyletmeyin, aksi halde ateş azabı size de dokunur. Allah’tan başka bir koruyanınız olamayacağı gibi, kimseden yardım da göremezsiniz.” (Hud, 113)
3-Tövbeyle ahlaka ve adalete dönmezsek, korona salgını sonrası kendimizi nasıl bir dünyada buluruz?
Küresel bir esaret! Şeytan, Allah’ın adaletine dönmemiz için gönderilen bu musibet üzerinden abartılı bir korku pompalıyor, insanlar dünyanın ücra köşelerinde büyüteçle can çekişme haberleri arıyor. Hala birileri, yönetenlerden ve gelecekte keşfedilebilecek ilaçlardan kurtuluş umarak Rabbine dönmüyor. Salgın elbette ki yeni hayatlara yol açmak için aşılacak fakat bu süreci manevi olarak şeytan kazanırsa olabileceklere dair düşüncemi söyleyeyim:
Çin’de prototipi geliştirilen bir esaret sistemi uygulamaya girdi ve denenerek geliştiriliyor. Herkese dijital bir kimlik veriliyor, biyometrik bilgiler tanımlanıyor. Bu sistem, kişiye takılan ciple ve dijital paranın zorunlu hale gelmesiyle tamamlayacak. Herkesin her hareketi takip ve denetim altında olacak. Bugünkü kapitalist düzende parayı büyük ölçüde dilediğiniz yollarla kazanıp dilediğiniz yollarla harcayabiliyorsunuz. Yeni sistemin ise, izin vermediği işe giremeyecek, izin vermediği yerden o elektronik parayı kazanamayacaksınız ve izin vermediği eşyayı, hizmeti satın alamayacaksınız. Paranızı ve hatta hayatınızı dilediği anda sıfırlayabilecek.
Bugün ülkemiz dahil çoğu ülkelerin alt yapısı bu yeni yönetime hazırlanıyor. Çipli biyometrik kimlik, hakkımızdaki her şeyin bir kimliğe bağlanarak online ortama yerleşmesi, sokak kameraları, verilerin internete yüklenip birbirine bağlanması, yüz ve beden tanıma yazılımları, sosyal medya, online alış veriş… Tüm bunlar elde/cepte taşınabilir paraya son verilmesiyle birlikte tam devreye girecek. İşte o zaman, bedenimiz nerede olursa olsun, beynimiz Matrix filmindeki o dijital dünyanın içine hapsolacak. Zamanında hayati kitaplarını almayanlar, sistemin izin vermediği kitapları bulamayacak. Sistemin itikadına aykırı inançlar adım adım küçültülüp silinecek ortamdan. İşte bu, deccal/ye’cüc me’cüc ikilisinin dünyaya tamamen hükmetmesi halidir.
O hakimiyet kurulduğunda, Allah’ın hakiki kullarına artık yeryüzü yaşanamaz gelecektir. Yunus as’ın kavmi gibi yürekten tövbe etmez, ahlaka ve adalete dönmezsek, o son kaçınılmazdır. O takdirde, sadece Allah’a kulluk edenlerin tek barınağı, teknolojiden uzakta, Amerikalı Amish’ler gibi yalnız yaşayıp kendilerine yeterli oldukları, dağlar, bağlar, kırsallar olacak. Öyleyse milletçe Allah’a dönelim: “Eğer inanıyorsanız, şeytanın dostlarından korkmayın, benden korkun.” (Ali İmran, 175) “İnsanlardan korkmayın benden korkun.” (Maide, 44) ayetlerine tutunalım, gerekli tedbirleri alalım ve Rabbimizin korumasına sığınalım. Kitabı Kerim’deki ilahi emirlere sımsıkı sarılalım ki, Rabbimiz kalbimize huzur ve güven indirsin.
Mal, makam, şan, şatafat peşindeki politikacıları, din adamlarını, meşhurları kutsallaştırmayı bırakalım. Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış tek bir ümmet yerine bin parça olmamız, yanlış yollara saptığımızı anlamamıza yetsin artık. Allah’ın yasakladığı her türlü şehvetten ve korkudan Allah’a sığınalım. Tek büyük yol göstericimizin Muhammed (asm) olması için hayatını iyice öğrenelim. Sadece ve yalnızca Rabbimize sığınıp, Ona boyun eğsin yüreklerimiz. Yüreğimizden dünya, mal, makam, şan şatafat sevdasını silelim. Geleceğe kazık çakmaya değil, eninde sonunda kapımızı çalacak ölüme hazırlanalım. Ebedi huzurun ve kurtuluşun tek yolu budur!
4-Korana virüsünden korunmanın birinci maddi yolu olarak, virüs bulaşmasından nasıl sakınabiliriz?
Korunmak için atılacak ilk önemli adım, korona virüsüne gücümüz yettiğince az muhatap olmaktır. Zira az virüsle kolay baş eden savunma sistemi, birden saldıran çok sayıda virüse yenik düşebilir.
Sosyal izolasyon (Evde kalmak vb) virüse maruz kalma hızını düşürüyor, enfeksiyonu zamana yayarak, hastanelere yığılmayı azaltıp, sağlık sisteminin çökmesini önlüyor. Fakat evde kalmak yanlış yönetilirse, koronanın yapabileceğinden daha büyük belalara yol açabilir.
24 saat hareketsiz bilgisayar oynayan bir çocuğun öldüğünü hatırlıyorum. Hareket hayat enerjisinin temelidir. Hareketsizlik eklemleri kilitler, iç organları yağ bağlar, kronik hastalıklar patlar. Günde 8 saatten fazla uyku, beyni tahrip eder. Ben geçmişte yaşadığım bir yalan, iftira ve adaletsizlikten doğan zulüm nedeniyle kimsesiz kaldığım bir süreç yaşadığım için, sohbet edebilecek tek bir dost bulamamanın zamanla ne büyük acı verebileceğini biliyorum.
İleride sokağa çıkma yasağı bile gelebilir ve bu virüs tıpkı İngiliz askerlerinden yayıldığı söylenen ünlü İspanyol gribi gibi, bir iki yıl süren birkaç dalga halinde uzayabilir. Ulaşım, sağlık ve para sistemi dahil, ulus devletlerin en hayati sistemleri kilitlenebilir bir dönem. Bu yüzden bu krizi, uzun soluklu bir maraton koşuşu gibi yönetmeli, bu öngörüyle gerekli tedbirleri almalı herkes.
-İmkânı olan köyünde bahçesinde kalmalı, şehirdeki evlerde yaşayanlar da, işleri devam ediyormuşçasına, erken yatıp erken kalkmalı, gün boyu kendilerine saatlik bölümler halinde iş planları yapmalıdır. Pencereleri açıp evin havalandırılması, koridor veya balkonlarda yürüyüşler, kitap okuma, aile içi sohbetler, dostlarıyla telefonla görüşmeler, çeşitli sanatsal faaliyetlerle evimizi okulumuza veya işyerimize dönüştürmeye mecburuz. Bu dönemde televizyona, internete, uykuya ve yemeğe boğulmak büyük tehlikedir.
Korona virüsüne ne kadar az maruz kalırsak, enfeksiyon ihtimali o kadar azalır. Zira daha az virüsü savunma sistemi daha kolay yener. Birden aldığı fazla sayıda virüsle boğuşurken zorlanır, hastalanır. Veriler gösteriyor ki korona tarihteki belki de en az ölümcül ve fakat bulaşıcılığı en yüksek ve hızlı virüs. Geleneksel virüsler koronadan çok daha fazla ölüme yol açıyor. Korona ise havada saatlerce, elbiselerde, eşyalarda bir iki gün canlı kalabiliyor, kuluçka dönemi 15 gün, iyileşenden de yaklaşık on gün bulaşmaya devam edebiliyor. Vücuda solumayla, ağız, burun veya gözlerden giriyor. Bulaşıcılığının benzersizliği nedeniyle bu virüsten kurtulamayacağız, ama az az almayı sağlayarak baş edebiliriz. Şu halde:
Çok gerekmedikçe insanların dolaştığı yerlerden sakınalım. Bizim toplumda gördüğüm en iğrenç sosyal davranış, yola tükürmektir. Ankara’daki bir alışveriş caddesinde sokağa tavuk dışkısı gibi atılmış tükürükler gördüm. İnsanların geçtiği mekanların tozunu solumamak için sokakta maske kullanalım, ama gerekmedikçe çıkaralım ki, maskenin dışına bulaşan virüs birikip nemli havayla ağzımızdan girmesin. Alışverişte almayacağımız eşyalara gerekmedikçe dokunmayalım. Tokalaşma, kucaklaşma zaten bitti. İnsanlarla iki metre mesafeli duralım. Virüs dokunduğumuz eşyalar nedeniyle önce ve en çok ellerimize bulaşıyor. Ellerimizi yüzümüze dokundurmayalım. Kaşımak gerekiyorsa, elimizin dışını veya kolumuzu kullanalım. Ellerimizi sosyal ortamlarda kullandıktan sonraki ilk fırsatta sabunla veya dezenfektanla yıkayalım. Çarşı pazarda, işte gün boyu kullandığımız dış kıyafetlerimizi ve ayakkabılarımızı, eve girince, kullanmadığımız bir balkona koyalım ki, üzerlerine tutunan virüs varsa soluduğumuz havaya karışamadan ölsün.
5-Korana virüsünden korunmanın ikinci maddi yolu olarak, savunma sistemimizi nasıl güçlendirebiliriz?
Korona virüsüne bir iki yıl içinde yüzde doksan ihtimalle maruz kalacağımıza göre, korkunun ecele faydası yok, düşmanı cesurca göğüslemeye mecburuz. Allah bedenimizi kanser dahil en ağır hastalıklarla, mikrop ve bakterilerle baş edecek kapasitede yaratmıştır. Yeter ki onu doğru yönetelim, düzgün çalışmasını engellemeyelim. Bu konuda bilinmesi gereken pek çok şeyden en hayati birkaçını bu yazıya sığdırayım. Şunları yapalım:
Birinci olarak, sürekli stresten sakınalım. Zihinsel Şifa kitabında yer verdiğim üzere, sürekli stres bütün organların çalışma düzenini çökertir ve her türlü hastalığı mantar gibi patlatır. Korona haberleri toplumun tümünü derin bir korku stresinde boğan en yıkıcı hastalık sebebi haline geldi. Medya bu haberlere derhal son vermiyorsa, biz medyaya derhal son verelim. Virüs bizi korku içinde çökmüş ve zayıf olarak bulmazsa, hastalığı sıradan bir grip gibi atlatabiliriz.
Moralimizi koruyalım. Kronik üzüntü en birinci can alıcıdır. Vücut akraba ölümü gibi en ağır streslere tahammül eder, ama sürekli olan en basit kaygı bir sürü hastalıkları patlatır. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra korkuyu sürdürmenin faydası yok ve zararı büyük. Merakımız korona hikayelerine değil, güçlü savunma sistemine sahip olma yöntemlerine odaklansın.
Korona sadece akciğeri enfekte ediyor, vücudu oksijenlenmeyi azaltarak yoruyor. Ölümler, oksijen eksikliğine dayanamayan kronik hastalıklı ve/veya yaşlılar arasından oluyor. 91 yaşında bir kişi hastalıktan kurtulabildiğine göre, bütün mesele savunma sistemimizi güçlü tutmaktır.
İkinci olarak, yeterli D vitamini alalım. Kronik solunum yetmezliği hastalarının yüzde doksanında D vitamini eksikliği bulunmuş. Ayrıca yaşlılarda D vitamini seviyesi dört-beş kat daha düşük. Akciğerlerimizin süper güçlü olmasının en birinci destekçisi D vitaminidir. Modern şehir insanında zaten D vitamini eksikliği yaygın. Güneşe çıkma alışkanlığımız yok. Bir de evlere kapanıp Güneşten gün boyu uzaklaşınca, eve kapananlar inanılmaz bir D vitamini eksikliği tuzağına çekildiler.
Evleri güneye bakanlar balkona, kuzeye bakanlar güney bahçe bulamıyorlarsa, çatıya çıkıp güneşlensinler. Güneşli her dakika büyük bir nimet bu zamanda. Takviye D vitamini hapları alalım. Akciğerlerimizi hiçbir ilaç D vitamininden güçlendirici kılamaz bu virüse karşı. D vitamini eksikse, zaten solunumu yetersiz bir akciğer bir de koronayla boğuşursa vücuda nasıl yetsin?
Üçüncü olarak çinko minerali alalım. İnsanlarda genel bir çinko eksikliği var. Çinko çok hayati fonksiyonlarda görev aldığı gibi, korona virüsünün hücre içinde çoğalmasını bastıran yegâne mineral.
Vücutta çinko emilimini arttıran malum bir grip ilacının koronadan iyileşmeyi hızlandırmasının sebebi çinko emilimini arttırması. Çinko istiridyede, kabak çekirdeğinde bolca var. Çinko takviyesini ise vücut zor özümlediği için, aç karnına almak gerekir.
Dördüncü olarak, C vitamini alımını arttıralım, doğal ve dengeli beslenelim. Vücudun savunmasında en önemli rol sahibi vitaminlerden olan C, depolanamadığı için düzenli alalım. bu amaçla, bol C vitamini içeren turşu/saukraut, taze meyve, sebze yiyelim. İşlenmiş, konserve, ölü gıdaları uzaklaştıralım. Yumurta en iyi protein kaynağıdır, baklagiller en dengeli besinlerdir. Pazarlardan alacağımız malzemelerle yemeklerimizi kendimiz yapalım. Bu konuda yazımızın boyutlarına sağmayan, bilinmesi gereken çok şey var.
Beşinci olarak, yüce Allah’a tam güven ve bağlılık içinde olalım ki iç huzurumuz artsın. Maalesef insanlar Allah’a yürekten sığınmayı savaş çıkınca, başlarına ölümcül bir bela gelince akıl ediyorlar. Eğlenceli günlerin ilahı şeytan da, zor günlerin ilahı Allah imiş gibi davranıyor kalabalıklar. En önemli savunma sistemi koruyucusu, kendimizi huzur ve güven içinde hissetmemizdir. Hiç kimse kendisini Allah’a hakkıyla güvenenden daha güvende hissedemez. Yüreklerimize imanı lütfeden Rabbimize hamd olsun ki, en büyük güven kaynağımız imanımız ve tevekkülümüzdür. Allah’a hakkıyla güvenen kalp için ölüm bile bir korkunçluk değil, kainatın sonsuz güzel Sahibinin huzuruna ve cennetine kavuşma sevincidir.
Başımıza ne gelirse, Allah’tan gelecek. Allah’ın koruduğu korunacak, korumadığı korunmayacak. Allah dilemezse en cani virüs bile bize zarar veremez ve Allah dilerse de basit bir sineğin bizi yerlere sermesini kimse önleyemez!
Bu günler bizim için geçmişimizi sorgulama fırsatıdır. Kıyamet günü kimsenin kimseyi kurtaramayacağını, otoritelere şirin görünerek çıkar devşirme riyakarlığının boşa çıkacağını görme zamanıdır. Toplumun gerilimi arttıkça bunu patlatıp sosyal huzuru perişan etmek isteyecek provokatörlere karşı da dikkatli olmaya mecburuz.
Dileyenler, gerilimlerinden kurtulmak ve psikolojilerini iyileştirmek adına Ruhsal Zekâ, İstemenin Esrarı, Zihinsel Şifa kitaplarımdan yararlanabilir.
Allah milletimizi uyandırsın, umumileşen yanlışlarımızı fark ettirsin. İnsanlığa basiret versin. Zalimleri yenik düşürsün, bizi zalimlerden değil, razı olduklarından kılsın. Bu imtihanı sabırla, şükürle, başarıyla, huzurla, sağlık ve esenlikle atlatmamızı nasip eylesin.