Milli Gazete: ve sınırları üzerine…
21-Temmıuz-2006
Milli Gazete’den Necmettin Çakmak’ın kaleminden, tam sayfa yayınlanan röportaj “Modernizm insanı tanrılaştırdı” başlığını taşıyor. Bozdağ’ın eserleri üzerine bir sohbet…
Milli Gazete, 11/03/2004
Bozdağ’la konuşan: Necmettin çakmak
1 Sizin asıl mesleğiniz dışında böyle bir alanda yoğunlaşmanızın temel gerekçesi nedir? Ve, Ruhsal Zeka derken neyi ifade etmeye çabalıyorsunuz?
Benim yaptığım hayatın amacında ve yaşamanın gerekçesinde yoğunlaşma çabasıdır. Varoluşun sırrını irdeleme çabasının hiçbir mesleğin hegemonyasında olmadığını takdir edersiniz. Mesleğimiz ne olursa olsun, hepimiz evrenin esrarını çözümleme yolunda kendimizi eğitmeye çabalamalıyız.
Doğal ortam, kurulu ekonomik sistem sizi hangi mesleğe iterse itsin; asıl başarılı olacağınız alan kişisel olarak adandınız alandır. Ben üniversite sınavında kıl payı uçak mühendisliği bölümünü kaybetmiş ve kamu yönetimi bölümünü kazanmıştım. Aradaki uçuruma bakar mısınız?
Bunlar sistemin çarkları…. Çarkların içerisinden geçerken bile sıra dışı şeyler yapabileceğinizi göstermek istiyorum. Bu iş fizikçi Leonardo Vinci’nin ressamlığıyla ün yapmasına benziyor. Tarihte iz bırakanların sizin tabirinizle “asıl meslekleriyle” seçtikleri meslekler arasında genellikle büyük farklılıklar ve ilgisizlikler dikkatinizi çekecektir.
Nesil Yayınlarından çıkan Ruhsal Zeka kitabım, İstemenin Esrarı kitabıyla geliştirmeye devam ettiğim bir felsefi yaklaşım … Evreni kavrama çabasında zihinsel zeka maddesel faktörlere dayanır. Ruhsal zeka ise, madde ötesi boyutlarıyla evrenin her türlü unsurunu dikkate almayı ifade eder. Melekleri, ruhani varlıkları, evrene hükmedip yöneten ilahi iradeyi ve ilahi hikmetleri hissetmenin ve ona göre tutum belirlemenin yollarından biri olarak ruhsal zekayı öneriyorum. Bu özgünlük de kitaplara büyük ilgiyle yaklaşılmasına yol açıyor.
2 Kitaplarınızın ‘çok satanlar’ arasında yer alması zaten bu ilgiyi ortaya koyuyor. Kitaplarınızın reçete olarak yazıldığı bile söyleniyor. Bu ilginin ardında hangi sebepleri görüyorsunuz?
Evet ilk çıkan Düşün ve Başar’la birlikte üç kitap üç yılda çok dikkat çekici bir dalgalanmaya ve satış yoğunluğuna ulaştı…. Bu tabloyu okuyuculara borçluyum. Korsanı yok sayarsak, üç kitabın satışı üç yılda 150 bini geçti… Tek başına Ruhsal Zeka kitabının 3 yılda sessiz sedasız 80 bin satışına yaklaşması çok dikkat çekici… Posta ve eposta yoluyla binlerce mektup; değerlendirme ve yankı alıyorum. Okuyucular, hayatlarında yeni bir sayfa açtıklarını, karamsarlıklarını terk ettiklerini; ümitlerinin canlandığını; dayanma ve direnme güçlerinin arttığını yazıyorlar…. Beni çok sevindiren taraflarından birisi de çok sayıda okuyucunun Yaratıcıyı sevmeyi keşfettiğini yazması oldu. Özellikle gençlerin hedeflerini aramaya başladıklarını yazmaları beni çok etkiliyor. Yetenek.Com web sitemizde bu şaşırtıcı mesajların yüzlercesi yer alıyor… Siz de bakabilirsiniz.
Bu durum nasıl açıklanabilir?… Belki nedenlerden birisi özgün üslubumuz… Aktarımımızın hayatın içinden ve deneyimlerden geliyor olması… Felsefemizde toplumumuzun değerlerine dayanıyor olmamız… Kitaplarımız sevgi ve şefkat gibi duygulara odaklanmış… Cümleler okuyucuya olumlu duyguları ard arda yaşatabiliyor. Bu yüzden bu kitaplar salt içlerindeki bilgiler
için değil; daha çok yaşattıkları duygular için okunuyorlar. Rahatlatıcı bir müziği usanıncaya kadar defalarca dinlemek gibi…
Rahatlamak, motive olmak veya karamsarlıktan kurtulmak için kitapları 35 ve hatta 15 kez okuduklarını yazan okuyucular var. Bunlar çok sıra dışı, doğrusu benim de anlamaya çalıştığım şeyler. Şükür hisleri içerisinde sessizce izlemeye çalıştığım şeyler. Bu kitapların okunmasını insanlık adına bir hizmet telakki eden çok sayıda okuyucunun desteğine sonsuz müteşekkirim.
3 Kişisel gelişim özellikle Batı’da revaçta. Ancak, orada iş sadece ‘yaratıcılık’ boyutuna indirgenerek ele alınıyor. Ve, bu yöntem Türkiye’de daha farklı boyutlarda algılanıyor ve algılatılıyor. Siz de kişisel gelişim üzerine çalışıyorsunuz. Bakış açınız nedir?
Dünyada her dönem bir anlayış revaçta olmuştur..: Bu bazen bir din; bazen de bir felsefe olabilir. Evrensel gerçekler değişmez; ama güçlü inançlara dayalı anlayışlar insanları alıp götürür. Bu devirde de kişisel gelişim kimsenin karşı koyamadığı bir rüzgar…
Ancak unutmamak gerekir… Başarıya hangi yol ve yöntemle gitmeye çabalarsanız çabalayın, dünyanın sultanı da olsanız, üzerinizde mutlak hakim bir ilahi irade vardır. O iradenin farklı biçimde müdahale ettiği yerde, o iradenin yarattığı sebeplere ve yöntemlere güvenmek de işe yaramazlar.
Bazıları kişisel gelişimi evren görüşünden bağımsız bir teknik olarak yapılandırma ve sunma çabasındadır… Bence, dünya görüşü içermeyen bir başarı stratejisi geliştirmek imkansızdır… Modern teknik bile, insana yaratıcılık atfetmesi yüzünden; insanın işini kolaylaştırma yolunda; fakirlere, hayvanlara ve sair varlıklara yıkıntılar sunmuştur. Teknolojiye sahip olanların ruhlarını da mengenelerde sıkmaktadır. Çevreyi mahvetmiş ve dünyanın kıyametini hazırlamıştır.
Evrenin bir Yaratıcısı, plancısı ve tasarımcısı var. Kesinlikle… Hayat bu dünyadan ibaret olmayacak. Sonrasında ise, yaptığınız her şeyin hesabını vererek, sonsuz mekanınıza gönderileceksiniz… Kendinize böyle baktığınızda, başarı tanımınız ve uğrunda çırpındığınız şeyler kimlik değiştirir. O zaman yumruğunuzu sıkıp, “ben bir devim, güçlüyüm” diyemezsiniz. Aksine, iki büklüm boynunuzu eğip, “Yaratıcımızın kudreti ve iradesi karşısında ben bir çaresiz hiçim” dersiniz.
Maddi sebeplere ve tekniklere başvurarak ve çevrenizin hakkını da koruyarak ilerleyeceksiniz… Ama ne yaparsanız yapın..: Sultan olsanız, Karun gibi bir çırpıda devrilebilirsiniz ve elinizdeki her şey tüm tekniklerinizle birlikte yok olup gider… Diğer yandan, elleriniz bomboş ve yapayalnız kalsanız bile, evren ötesinden ilahi bir rahmet elinizden tutabilir. Sizi bir anda, hayal bile edemeyeceğiniz zirvelere; maddi veya manevi refahlara taşıyabilir. Şu hayatlara baksanıza… İmtihanlar… Aniden her şeylerini kaybedenler… Aniden her şeye sahip olanlar dikkatinizi çekmiyor mu?
Evrenin Sahibiyle dostluğunuzu kuramazsanız; Yaratıcının muhteşem sanat eserlerine, canlılara veya cansızlara gerçek bir sevgiyle yaklaşamazsanız… Hayatta asla gerçek mutluluğu yakalayamazsınız. İnsan yaratıcı değildir. İster… Dua eder… En güzel isteme biçimleri geliştirir. Sonra da girişir ve yapmaya çırpınır. Bir karıncayı bile dinleyen, bir çiçeğin susuzluğuna yağmurla karşılık veren Yaratıcı her kalpten kopan yakarıştan haberdardır. İnsan ister ve Yaratıcının doğa yasalarına boyun eğerek çalışır. Ama, yaşadıklarının yaratıcısı insan değildir. Siz buğday ekebilirsiniz; başağı yaratamazsınız.
4 Bu yaklaşıma göre, özellikle bazı akımların ‘güç’ olarak kullandıkları kişisel gelişim belli süreçlerden sonra insanı içinden çıkılmaz dehlizlere sürükler mi?
Bence, uygulamada kişisel gelişimin tekniğini felsefesinden ayıramazsanız, cevap evettir… Bir kısım ruhsal hastalıklar insanın felaketlere sürüklenmesine yol açar: Gurur, kibir ve aşağılama, kendinde yaratma kudreti tevehhüm etme, Yaratıcıya hiç ihtiyacı olmadığını sanma gibi tutumlar… Elbette siz ve biz muhteşemiz; ama bu ihtişam bizzat bizden değil; Yaratıcımızın ihtişamından kaynaklanır. Sanatı değerli kılan asıl sebep Sanatkarının büyüklüğüdür. İnsanı kimse küçümsemesin; ama bir sineği bile küçümsemesin…. İnsanı da, sineği de Yaratanın büyüklüğünün farkında değil misiniz?
Oysa kapitalist ekonominin insana telkin ettiği para, şöhret, saltanat ve maddeye dair değerler asla manaya aşık olan insan ruhuna gerçek huzuru taşıyamayacaktır. Asla ve asla…. Bu nedenle evrene iki yönden yaklaşmak gerekir. Maddi ve manevi taraftan birlikte…
5 Bu bağlamda siz, ‘sol beyin odaklı’ analizleri eleştirip hayata biraz da ‘sağ beyin odaklı’ bakılması gerektiğini söylüyorsunuz. Burada kastınız nedir?
Evet… Evrene bir yandan baktığınızda maddeyi; diğer yandan baktığınızda ruhu görürsünüz. Olayların bir yönden açıklaması mantıkla; diğer yönden açıklaması inançla yapılır… Beynimizin sol tarafı maddenin mantıksallığına, sebepliliğe bakar… Sağ tarafı ise hayalle, sezgiyle, parapsikolojik güç transferiyle, bilinmeyeni ilk kez keşfetmekle ilişkili fonksiyonları yerine getiren hücreler taşır.
Düz ve dar mantığın analiz ettiği evrende her şeyin doğal bir nedeni vardır. Ama ruhsal canipten gelen müdahaleleri görmediğiniz için bunları içgüdü, tesadüf, kaza gibi kavramlarla açıklamak zorunda kalırsınız. Buzdağı, görünen kısmından mı ibarettir? Oysa aynı evreni ruhsal boyuttan analiz ettiğinizde doğal nedenlerin tümünün de temelsiz perdelerden ibaret olduğunu görürsünüz. Doğal nedenler birer maşa ya da gölge gibidirler. Onlar gizli eller ve nihayet gizli bir El tarafından tutulurlar. Ruhsal Zeka kitabının kapağındaki el, o boyutu sembolize ediyor aslında… Bakışınız keskinleştikçe, aslında her yaradılışın, sebeplerle asla açıklanamayacak mucizelerden ibaret olduğunu görürsünüz. Biz denge kurulmasını öneriyoruz. Ne dünyadan tümden kopan ve ne de her şeyi tümden dünya sanan bakış açısına ihtiyacımız var. Bunun yolu da kendimizi iyi tanımaktan geçiyor…
6 Bu durumda, insanın kendini tanıması onu nereye sürükler. Yani, insan iç dünyasında kopan fırtınaları dindirdiği vakit huzura ulaşır mı?
Önemli bir soru ve cevabı da önemli… Huzursuzluğun asıl nedeni insanın varlığının kaynağından uzaklaşmasıdır. Mecnun Leyla’dan ayrı kaldığı sürece onu asla sakin göremezsiniz. Mevlana kendini en iyi tanıyan sevgi güneşlerindendi; ama bence onun içi hep fırtınalarla, tayfunlarla doluydu.
Şöyle açıklayayım: İnsan ile sahibi ve kaynağı arasında sayısız perdeler vardır. İnsan, hücrelerine kadar aşık olduğu ve bağlandığı memleketinden koparılıp çöllere terk edilmiş garip bir gurbetçi gibidir. Hani Yaratıcımız söyler ya: “Biz insanı meşakkat, imtihan ve çile yüklü bir hayata gönderdik.” (90,4) Doğaya yaklaşmasının insana huzur vermesi bedeninin kaynağına yakınlaşmasındandır. Ancak, insanın asıl değerli parçası ruhudur ve onun kaynağına giden yolun da evrenin ötelerine uzandığını biliyorsunuz.
Kendinizi tanıdıkça kaynağınızı keşfetmeye başlıyorsunuz. İçinizde bağlarını çözdüğünüz şefkat okyanusu kalbinize sonsuz şefkate ulaşma arzusu halinde doluşuyor. Tasarımınızdaki incelikleri keşfettikçe; Muhteşem tasarımcınızın aşkıyla kuşatılıyorsunuz.
Peki kendinizi tanıdıkça huzur bulabilecek misiniz? Yani artık acısız, gözyaşı dökmeksizin, eğlenceli ve hasretsiz yaşayacak mısınız? Artık hayatınız vur patlasın çal oynasın esprisi içinde eğlencelerle mi kuşatılacak? Hayır…
Gerçek mutluluğu, güvenliği ve huzuru yakalamış insan bu değildir. O Mevlana gibidir. O noktaya vardığınızda varlığınızın kaynağının hasretinde yanıp kavrulursunuz. Çılgınca dönüp dolaşmaya başlarsınız. Her sabah güneşi hasretle karşılarsınız. Kuşların neşeleri, bahar ve kış; gökyüzü ve ötelerdeki ufuk Ezeli Sevgiliden yönelen birer tebessüm gibi doluşur yüreğinize. Hayatta en gerçek ve kalıcı huzur budur; ama bu huzurda hasret vardır. Sonsuzluğun Sahibinden ayrılığın verdiği, bazen sabahlara dek süren gözyaşları vardır. İnsan Yaratıcısına kavuşuncaya kadar ruhunun doyumsuzluğunda çırpınıp duracaktır.
7 Duygulardan örülü bir dünya tasarladığınızı anlıyorum. Peki teknolojinin son sürat ilerlediği, makinelerin yönetiminin tartışıldığı bir yüzyılda duyguların yeri nedir?
Duygu bilinçtir. Duygusuz taşın bilinç dünyası sıfırdır ve insanın duyguları geliştikçe, ruhsal evren bir küre gibi genişleyerek, ücra ufuklara taşınmaya başlar. Duygularınızın derinliği size ait evrenin genişliğini; niteliği ve rengini belirler… Olumsuz ama güçlü duygular, geniş ve dehşetli acılar çektiren evrende yaşatır insanı… Hayatı en geniş ve en güzel yaşayan insan, sevgi, şefkat, özveri, içtenlik gibi duyguları en yoğunlaşmış formlarıyla deneyimleyen insandır.
Teknoloji ise kimi insanları doğalarının duygusal derinlinden koparıyor… Kimilerinin dünyasını ise bedenin hayvansallığına ve alt düzeyde kalan olumsuz duygulara hapsediyor. Bu durum teknolojinin zorunlu sonucu değil elbette; teknolojinin tasarlanma biçimini etkileyen pozitivizmden kaynaklanıyor bana göre…
Her varlık yakın ve sürekli çevresine benzemeye mahkumdur. Teknoloji bir elbise gibi vücudunuzu kuşatmışsa, biri diğerine benzeyecektir. Ne yazık ki benzemek zorunda kalan insan olmuştur. İnsan teknolojiyle sarılıp sarmalandıkça, teknolojideki duygusuzluğa, duyarsızlığa, sorumsuzluğa, bencilliğe sürükleniyor. Ruhu maddenin katılığında gizlenip kayboluyor. Hayvansal vücudunuzla meleksel ruhunuzun iki kutbu arasında kendiniz için bir denge noktası bulmaya ihtiyacınız var.
8 Hayattan sonrasına dair tatmin edici hiçbir sözü olmayanlar gerçek mutluluğa erişebilirler mi? Para, şöhret ve benzeri vesilelerde mutluluk arıyoruz. Mutluluğun anahtarını elde edebilmek için neler yapılmalı?
Derin bir soru… Ben felsefemi sonsuzluk inancı üzerine kuruyorum. Yoktan Yaratılan evren ve kıyametten sonra sonsuza dek sürecek iki kutuplu hayat… Aklı ve kalbi uyanık bir insan kararlarını tüm zamanları kuşatan bir bilinçle verir. O şu anı iyi ve canlı yaşar; ama hayvanlar gibi sadece şu anda yediği ota odaklanmaz. Onun dünyasının bir kısmı deneyimleriyle onu yönlendiren geçmişidir. Diğer kısmı da hesabını vereceği ve çırpınışlarının meyvesini göreceği geleceğidir. Para, şöhret, makamlar, alkışlar, esenlik, uzun ömür, eş ve çocuklar çok değerlidir; ama tüm bunların şu an içindeki dünyaya ait değeri, bir tutam otun değeri gibidir bu yönüyle… Bedeniniz dahil elinizdeki her şeyi her an terk edecek gibi tetikte durmuyor musunuz? Emin misiniz yarın sabahın güneşini görebileceğinizden…. Emin misiniz? Oyalandığınız şeylere baksanıza…
Mutluluk ruhsal ve hissi bir olgudur; bu yüzden onu kimse boşuna cisimlerde, parada, takılarda, arabada, evde aramasın… Mutluluk arayan onu vicdanına yüklenen yüksek ahlak unsurlarında bulacaktır. Tevazuda, saygıda, hoşgörüde, yardımlaşmada, paylaşımcılıkta, sevgide, şefkatte, doğru sözlülükte, dürüstlükte; düzenli yaşayışta, kıskançlıktan, gıybetten uzak duruşta bulacaktır. Zenginlerin, meşhurların, sultanların mutlu olduklarını sananlar ne büyük yanılgı içindeler… Böylelerinin pek çoğunun karamsar ve uykusuz geceler yaşadıklarını, onların bir kısmının cinayet işlediklerini veya intihar ettiklerini dikkate almıyorlar…. Mutluluk her küçük çocuğa ikram edilen ilahi lütuftur. Onun formüllerini arayanlar; otursunlar, küçük çocukları izlesinler.
9 Diyorsunuz ki, “İnsan aklını keşfederken ruhunu kaybetti.” 1950 sonrası doğan kuşağa bu yüzden ‘Bunalım Kuşağı’ denildiğini hatırlatıyorsunuz. Bunalım sürüyor mu?
Evet; bence şiddetlenerek sürüyor. Ama, edindiğim izlenim insanların bunalımların sebepleri konusunda uyanmaya başladıkları yönündedir. Batı aydınlanması ve modernizm, evrenin merkezine Yaratıcı yerine insanı aldı; insanı tanrılaştırdı; insana yaratıcılık ve zati güç atfetti. Ama zaman insana çaresizliğini, garipliğini, yardıma, sevgiye ve şefkate muhtaçlığını gösterdi. İnsan Yaratıcısından koparılarak mutluluğa ulaştırılamaz. Bu keşfedilecektir. Ben dünyanın ömrünün çok azaldığına inananlardanım. Son kez insanlık harika bir adaletle, muhteşem bir mutlulukla ve hoşgörüyle iç içe geçecektir diye düşünüyorum.
10 “İçinizden sessizce bir şeyler istemek, Yaratıcının huzurunda sesli düşünmektir” diyorsunuz. Nereden yola çıkarak bir şeylerin istenmesinin hayatımızdaki gücünü keşfettiniz?
Nesil Yayınlarından çıkan İstemenin Esrarı isimli son kitabımda tam olarak bu soruya odaklandım. Başarılarımda ve bana ulaşan umulmadık desteklerde hep dualarımın ve yakarışlarımın izini bulmuşumdur. Bazen o kadar şaşırtıcı şeyler olmuştur ki; içimi yakan bir isteğimin hemencecik bana sunulduğunu gördüğüm de olmuştur. Yaratıcımız Peygamberine şöyle diyor: “De ki, duanız, istemeniz olmazsa, Rabbim size ne diye değer versin.”
Yaratıcının değer vermediğine kimin değer kazandırabileceğini sanıyorsunuz? Eğer O size değer vermişse, muhteşemsinizdir. O zaman dualarınıza bakın. Neleri istediğinize bakın. Peygamberin neden sabahlara kadar dualarla ve yalvarmalarla dolu bir hayat yaşadığına dikkat edin.
İsteksizlerin duygusal yönden ne denli sönük oldukları dikkatinizi çekecektir. İstekleriniz tüm çırpınışlarınızı bir nehir gibi besler ve size zorluklar karşısında dayanma gücü verir. Evrene bakın isterseniz..: her şeyin bir isteme halinde olduğunu göreceksiniz. Semaya açtıkları ağızlarıyla çığlık koparan kuş yavrularını izleyin… Bir damla suyun hasretiyle yapraklarını toprağa eğerek fısıltı bile çıkaracak takati olmadan bekleşen bitkileri gözlemleyin… Her şey ama her şey bir biçimde görünen ve anlaşılan ihtiyaçla kuşatılmıştır. Evrendeki tüm hareketler bir ihtiyacın karşılanmasından ibarettir. Bir çaresizin dili yoksa, isteyişlerini anlamak için gözlerine bakın…. İstemenin Esrarı kitabında irdelediğim bu sır tüm evreni kuşatmıştır.
Hayatı planlayan Sonsuz İradenin size büyük görev ve sorumluluklar vermesini bekliyorsanız; talip olun. Fakir Gandi Hindistan’ın bağımsızlığına feda olmasaydı; tarihe Hindistan’ın kurtarıcısı olarak geçebilir miydi? Geceleri herkes uyurken, yıldızların altında uyanıp aday olmadığınız bir sorumluluğa neden seçilesiniz. Ama aday olduğunuz manevi görevin büyüklüğüne göre, bin bir türlü sınanmadan geçirileceğinizi de unutmamalısınız. Ya sıradan ve sorunsuz yaşayacaksınız… Ya da sıra dışı; ama ihtişamlı günler bırakacaksınız geçmişinizde… Tercihinizi şimdi yapın. Yarın geç olabilir.