İmanımızı kim kurtarabilir? Kimin ardından gidersek ebedi hayatımızı kurtarabiliriz? Kabe’ye mi gitsek? Dergâha mı gitsek? Efendiye mi sığınsak? Nereye bağlansak? Yeni bir peygamber mi çıksa? Mehdi mi gelse de eteklerine yapışsak? Nereye yalvarsak?
Nereye gidersek gidelim ve ne yaparsak yapalım, bütün gittiğiniz yerlerden ulaşabileceğimiz bir tek kurtuluş kapısı vardır: Doğrudan Allah! Doğrudan O’ndan mübarek elçisinin bize bildirdiği yüce yol!
Yüce Allah, peygamber dahi olsa kimsenin eline kimsenin hidayetini zorla değiştirme yetkisi ve yeteneği vermemiştir. Şöyle buyurmuştur: “(Ey Peygamber) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat hidayete layık olanları en iyi bilen Allah dilediğine hidayeti bizzat kendisi verir.” (Kasas, 56)
Yani kimsenin elinde gönüllere işleyen bir sihirli değnek yoktur. Kimse kimseyi zorla değiştiremez. Büyükler bize ve biz birbirimize ancak dua edebilir, yol gösterebilir ve ancak birbirimizi uyarabiliriz. “(Ey Peygamber), Biz, seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Furkan 56) ayetinin bildirdiği cihadın, tebliğin, kurtuluşun ana çerçevesi budur.
Akılsızlık edip, hele de hakkın batılların içerisinde gizlendiği bu ahir zaman fitnelerinde başkasına güvenen, hayal kırıklığına uğrar kıyamet günü.
Herkes kendi cennetini ve cehennemini bizzat kendisi kazanacaktır. “Herkese, işlediği amelinin karşılığı tam olarak verilir.” (Zümer, 70) “Şüphesiz insanın kendi gayretinden başka bir kazancı olmayacaktır.” (Necm, 39)
Kıyamet günü, bizi filancalar sapıtmıştı, biz bilmiyorduk türünden bir mazeret yolunu Allah yüce kitabında kapatmıştır. Cehennemin korkunçluğu karşısında birbiriyle boğuşacak olan o birbirlerini saptıranlara karşı Allah’ın uyarısı şu olacak: “Allah, onlara şöyle der: ‘Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım.’” (Kaf, 28)
Allah herkesin iradesi kendi eline vermiş, herkesin sorumluluğunu kendi boynuna asmıştır. Herkes Allah ile birebir, doğrudan muhataptır.
Öyleyse ey mübarek kardeşler!
Bir kansere yakalansanız her türlü çareyi aramıyor musunuz? Bir savaşa sürülseniz canınızı korumanın, bir kuyuya düşseniz oradan kurtulmanın bin türlü yolunu akşama kadar sürekli düşünmez misiniz? Başımızda cehenneme düşme tehlikesinden daha büyük bir bela mı var?
Neden insanlar hakka çağıranları dinlemiyorlar? Neden özellikle batılı yayanlara ilgi duyuyor ve neden söylenenler hakka, basirete, ilahi buyruklara uyuyor mu diye sorgulamadan kabul ediyorlar? Neden hakkı yazan, anlatan öğreten kitapları okumuyorlar? Neden kendilerini ebedi karanlıklara düşürecek şehevi oyuncaklarla ömür tüketiyorlar? Neden kendilerine acımıyorlar da bu duyarsızlıklarıyla öz nefislerine zalimce zulmediyorlar?
Hep istiyorlar ki onlara şarlatanlık yapalım. Hep güzel, komiklikle kandırıcı masallarla içlerini rahatlatalım. Hep gülsünler ama içerisinde sürüklendikleri uçurumlardan, bağırlarında besledikleri akreplerden kimse onlara haber vermesin. “Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!” (Necm, 60) buyuran yüce Yaradan’ın korumasını sığınıyoruz. Muhammed Bozdağ