Soru: Kur’an’da “Güzel işler yapanlar, namaz kılanlar mahsun olmayacak.” “Öyle bir beladan çekininiz ki gelirse yalnız zalimleri değil, masumları da yakar.” Şeklinde hatırladığım iki ayet var. Bu ayetleri okuyunca kafam karıştı. Onca yapılan ibadetler hayırlar boş mu? Niye başkalarının suçlarını dürüstler çekiyor?
Cevap: Evet! Öncelikle ayetleri naklederken mutlaka Kur’an’a gidip satır satır ve kaynağıyla doğru naklettiğinden emin olmalıdır ve hem de burada bir yanlış anlama vardır. Kast ettiğiniz birinci ayet şudur: “Allah’ın dostları korkmazlar ve onlar hüzün (endişe) içinde de olmazlar.” (Yunus, 62) Diğer ayet de şudur: “Öyle bir fitneden (musibetten) sakınınız ki, (gelecek olursa) sadece içinizden zalimlere dokunmakla kalmaz, (mazlumlara da dokunur.)” (Enfal, 25)
Birinci ayetin ifade ettiği kimseler Allah’ın emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız itaat eden samimi müminler, yani Allah dostlarıdır. Allah’ın emirlerine bağlı yaşayan mümin dünya olaylarından, maddi kayıplardan endişelenmez ve ölümü dahi ebedi cennete gideceği bilinciyle sevinçle karşılar.
İkinci ayet ise milletlere genel olarak yapılan bir uyarıdır. Bir millet asilikle toptan bir belayı üzerine çekerse, o bela gelince zalim mazlum ayırt edemeden herkesi ezip götüreceğini bildirir. Fakat böyle bir bela dahi Allah’ın dostlarını korkutmaz ve endişelendirmez. Bu iki bilgi arasındaki ayrımı anlamak için şöyle düşünelim:
Allah’ın sünnetine/kanununa göre “Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.” (Necm, 38) “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.” (Necm, 39)
Bütün bunları anlamak için, şu iki hususu iyi anlamalıdır. Birincisi: İnsanın çabası, ameli, yaptığı nedir? Salonundaki çiçeği koparmak ameldir, peki ya sulamayı ihmal etmek nedir? Yapması gerekeni yapmamak da bir ameldir. Sigara içmek ameldir, peki başkasını da içmeye teşvik etmek amel değil midir? Demek oluyor ki insan yaptığından, yaptırdığından ve yapması gerektii halde yapmadığından ve yatırması gerektiği halde yaptırmadığından sorumludur.
İkinci husus: İnsanın ceza çekmesi, karşılık elde etmesi nedir? Mesela tarlaya gübre taşırsınız, eker biçersiniz. Aldığınız tek karşılık harcamak, tüketmek. Bazen de bir fırtına gelip tarlanın yarısını bozar. Esas karşılık nihai olarak elde edeceğiniz mahsul değil midir? Süreç devam ederken aldığınız karşılıkları nihai görmezsiniz. Öyleyse inanan için nihai karşılık dünyada kısmen başlayıp ahırette sonuçlanan ebedi karşılıktır. Bu açıdan başımıza bir aksilik geliyorsa, bir belanın altında kalıyorsak bu ille de bir ceza veya musibet değildir. En sonunda ne olduğuna bakmak gerekir.
Bu açılardan soruyu şöyle cevaplayalım:
İnsan vücudu bir tane canlı gibi bilinir; oysa o tek canlının bedenindeki trilyonlarca hücrenin her biri ayrı bir canlıdır. Bedenimizde günde 10 milyon hücrenin cenazesi kaldırılıyor ve bir o kadarı yaratıldığı için üst düzeyde genel anlamda vücudumuz yaşamaya devam ediyor. Genel vücudumuz ile hücresel vücut unsurları arasındaki ilişki, bir millet ile o milletin bireyleri arasındaki ilişkiye birebir benzer. Bu açıdan nasıl hücrelerin kaderi vücudun kaderini karşılıklı etkiliyorsa, bir milletin genel kaderi ile bireylerin tek tek kaderleri arasında da benzeri bir ilişki kurulmuştur.
Bu açıdan bakarsak… Tek bir canlı olan vücudun bir organındaki hücrelerde kanser çıkarsa ve onu tedavi etmezseniz sair hücrelere yayılır ve yayılmayan hücrelerle birlikte bütün vücut ölür ya… Vücudun yüzde doksanı kanser olmasa bile sadece beynin kaybedilişi bütün vücudu götürebilir ya… O sağlam hücrelerin ne günahı vardı diyemiyoruz maalesef… Kanseri tedavi etmediğinizde bütün vücut yaşıyor aynı sonucu…
Bir insan kişisel olarak zalimlikler yapıp duruyorsa günün birinde bir belanın onun nefesini kesmesi Allah’ın kaderinde vardır. Fakat bir milletin çoğunluğu günahlara, asiliklere, özellikle birbirine zulme kapılırsa veya zulmedenler azınlık olsa bile, çoğunluk zalimliğe sessiz kalırsa, bu da bir vücudun kanser olması gibidir. Allah bu tür durumlarda milletlere genel musibetler vermiş, nicelerini de aralarındaki masumlarla birlikte yok etmiştir.
Toplumda fuhuş, ahlaksızlık, eşcinsellik, kul hakkı yeme, birbirini kandırma, rüşvet, faiz, kumar başını alır ve giderse ve dindarlar da kendi namazlarını kılıp fakat bu kötülüklerle mücadele etmezlerse ne olur? O zaman Allah, o millete toptan bela verir ve o bela imtihan icabı toptan gelince mecburen masumları da götürür.
Mazlumlar neden zarar görüyor derseniz… Mazlum iki türlüdür: Birincisi -çocuklar gibi, ellerinden bir şey gelmeyen veya -iyilikleri her şeye rağmen savunan mücahit tam mazlumlar, ikincisi, kötülüklere karşı suskun kalan dindar müminler gibi yarı mazlumlar… Bu ikinci gruptakiler kötülüklerle mücadele etme görevini (cihat) ihmal ettikleri için zalimlere yarı ortak konumuna gelmişlerdir. Toplumda yayılan ahlaksızlığa karşı sessiz kalmak, ahlakın ve iyiliğin propagandasını yapmamak, bir çocuğun gözlerinin önünde diri diri ateşe atılmasına sessiz kalmak gibi bir zalimlik sayılır.
Salgın hastalık, deprem, terör veya savaş gibi görünümlerle gelebilen genel musibetlerde başkalarının suçlarının cezasını çekme yoktur. Sadece başkalarının zalimliğinin gerektirdiği ortak kaderi yaşamak veya bir zalimin zulmüne uğramak vardır. Zalimler o gemiyi batırınca içindeki mazlumlar da beraber batacaktır. İmtihan bunu gerektiriyor. Çünkü böyle olmasa zalim mazlumdan ayrılamayacak, iman mecbur olunca, inkârcılar da mümin gibi görünecek ve yaradılışın amacı olan imtihan ve cennet cehennem yolcularının alenen ayrılması gerçekleşemeyecekti.
Bu yolun sonunda imtihan bittiğinde, yarı mazlumlar yaşanan musibetle zulme karşı suskunlarının bedelini çekmiş olurlar. Tam mazlumlara ise Allah, uğradıkları o musibete gösterdikleri sabra karşılık cennette derece derece lütuflarda bulunur. Allah adildir. Kimseye zerre kadar haksızlık etmez. “Şüphesiz Allah kimseye zerre kadar haksızlık yapmaz.” (Nisa, 40) “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 44) Muhammed Bozdağ