Ölümlerin ardından titreyen yürekler… Biz de yakında öleceğiz biliyor musunuz?
Birbiri ardına gördüğüm siyasi rüyalardan birisinde birkaç gün önce, iyice gençleşmiş olarak çıkmıştı karşıma yılların unutulmuş darbecisi. Şaşkınlıkla kendisine bakarak, bu gençleşme yeni bir darbeye cesaret verir mi diye düşündüm o an ve sonrasında rüyanın anlamını da keşfedemedim. Cumartesi sabahı Malatya Kitap Fuarında değerli dostum, ünlü ve önemli bir romancı abimle kahvaltıda bu rüya üzerine konuşmuştum. Gece etkinlikleri bitirip otele döndüğümde son çayları içerken rüyadaki o Kenan Evren’in öldüğünü söylediler; demek ki gençleşmek benim algıma ölüme işaret etmiş. Kendisiyle ilgili değildim, ne nefretim vardı, ne de sevgim ve hastalığının da bilgisine sahip değildim. Rüya böyle bir duruma dikkatimi çektiyse, aldığım dersi yazmam gerekir diye düşündüm.
Herkes ilahi huzurda amelince karşılık görecek. Ben kendisini herkesin kafasına Atatürkçülüğü zorla çakacağını söylediği ürpertici bir cümlesiyle hatırlıyorum. O cümleyi televizyonda ağzından bizzat dinlediğimde, kafalara inşaat çivisi çakılması gibi bir fiil imgelenmişti zihnimde.
Ben ölen bir darbeciyi, lanetle anmasam da, rahmetle de anmam. Tarihimiz boyunca yaşadığımız ve bizi bugünlere getiren yozlaşmaya ivme katan, dış güçlerin çıkarlarıyla işbirliği içerisinde gerçekleşmiş önemli darbelerden birisinin lideriydi o kimse. Bizi bugünkü yozlaşmaya sürükleyen medeniyetimizi boğucu ve milli gücümüzü bitirici düzeneği onun liderliği kurmuştu. Güya zorunlu bir din dersi koydu diye konuşuluyor. Oysa ki bize, -en azından bana- zorunlu olarak öğretilen din, dinden başka şeylere benziyordu. Öyle bir dersti ki İslam uyduruk bir sürü din arasında ve onlarla birlikte garip bir sığıntı gibi sunuluyordu. Milyonlarca gençler olarak yıllarca, haftada bir saatlik o derslerden anlamlı bir ahlak, edep ve basiret edinememiştik.
Bundan birkaç gün önce de milletin dünyasında derin iz edinmiş bir başka kişi, Zeki Alasya’nın ölümü konuşuldu, hatırlıyorsunuz. Hatırladığım en kitlesel şok edici ölüm haberi Turgul Özal’ın vefatıydı. Sosyal ve siyasi kişilikler toplum bilincinde derin yer edinmiş oluyorlar ve görevleri başındayken ölümleri daha fazla şok edici etki bırakıyor.
Bu yazıdaki amacım başkalarının öltmleri üzerinde konuşmak değil, onlar aracılığıyla kendi ölümümüze dikkatimizi çekmektir. Bir ömür ardından koştuğumuz dünyada kimilerine nice saltanatlar sunulsa da sonunda kutu kadar bir hapishanede paketleyip yer altına alacaktır insanı. Yıllar önce binlerce kişinin cenazesine gittiği bir muhterem zat için yeni açılmış o toprak mezarın başında oturup, koca dünyaya sığmayan insanı o daracık kutuda hayal ettim dakikalarca. Gafleten uyancınca gözlerinden yaşlar akıyor insanın.
Siyasi ve sosyal kişiliklerin ölümü toplum zihninde ve kalbinde daha derin iz bırakıyor. Sevenleri de sevmeyenleri de sarsılıyor. Tuhaf duygular yaşanıyor. Ölenin ardından kötü konuşulmaz diyorlar. Susturmak için mi yoksa bilmediğin yere iftira atarsın da günaha girersin korkusuyla mı bilmiyorum. Kişisel günahlarıyla gideni ardından çekiştirmek bir mümine yakışmaz şüphemiz. Ama topluma zulmetmiş veya saptırıp ahlaksızlığı yaymış birinin adı ve etkisi devam ediyorsa, basiretli insan, ilgilisi öldü diye hakkında olumsuz konuşmayı durduracak değildir. Her yüce vicdan hayır bırakanları hayırla ve şer bırakanları da şerle anar ve izleri silinip gidenleri de siler atar zihninden.
Her ölümden bize düşen, ibret dersleri almaktır. Sanki birkaç gün kadar yakın geçmişte çocuktuk ve şimdi yılları geride bıraktık. Ben çocukluğumdan bazı günleri sanki dün gibi hatırlıyorum. 47 yıl sanki dünde kalmış kadar hızlı geçti. Hayatın sonuna da bu kadar hızlı ulaşacağım.
Tanıdığımız insanlar öldüğünde etkileniyoruz da, asıl önemlisi ölümü üzerimize alınıyor muyuz? Kendimizi o ölümün yerine koyuyor muyuz? Adadığımız ve ulaşmaya çırpındığımız her şey bir çırpıda kayıp gidecek elimizden. Bu gerçeğin ne kadar bilincindeyiz. En bilinçli insanın bile bu konuda bilinci bulanık. Ölüm ışığını hayatımıza gerçek anlamda tutabilecek olsak, ölüme kadar tüm gelecek, kabir ve ötesindeki hayatın bulunduğu menziller aydınlanacak yüreğimizde. Böyle bir aydın yürek şeytani oyuncaklarda oyalanarak kendisini tuzaklarda boğmaz. “Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?” (Necm, 60) buyuruyor yüce Rabbimiz, bize başımıza gelecekleri hatırlatarak. Gülüyoruz ağlanacak halimize… Muhammed Bozdağ