Filozof Arşimet “Bana yeterli uzunlukta bir kaldıraç ve bir destek noktası verin, dünyayı kaldırayım.” demiş. Bununla bir matematik ilkeyi ortaya koyuyor. En ağır yükü bile taşıyabilecek bir dayanak ve yeterli bir kaldıraçla taşıyabilirsiniz demek oluyor bu.
İrade dediğimiz şey, tekrarlı düşünerek davranışa ve tekrarlı davranarak alışkanlığa dönüştürdüğümüz şeydir. İradenin zayıflığı tabirinden kast edilen aslında iradenin zayıflığı değildir, değişimin aksine bir güçlü irade geliştirildiğidir. Koyun sürüleri veya saman çöpleri gibi rüzgarın estiği her yöne sürüklenen iradesiz varlıklar değiliz.
Aslında bir şeye alışıyoruz, o yönde düşündükçe ve davrandıkça güçlü bir irade geliştiriyoruz. O iradeye alışıyoruz ve sonra da onun aksine bir şey yapmayı başaramıyoruz. Mesela sürekli yatan ve yatma iradesini güçlendiren insan, o iradeyi yıkıp kalkıp iş yapamaz. Kitap okumama iradesini geliştirmiş insan o iradeyi yıkıp kolayca kitap okuma iradesine dönüştüremez. Alıştığımız davranışlar yapmak için irade geliştirip güçlendirdiğiniz davranışlardır. İyi davranışlar kazanmışsak harika, fakat ya kötü, yıkıcı, yetersiz davranış kalıpları kazanmışsak? Ya artık kazandığımız batıl inanç ve davranışları sigara tiryakiliğinden kurtulmak gibi bir gayretle terk etmeye arar verdiysek?
Zihin ışığı toplayıp ateşe dönüştüren mercek gibi belli bir eylemi yapmaya odaklansa ve onu sürekli düşünse bir süre sonra onu yapmaya karşı, engelleyemeyeceği bir istek bulacaktır içinde… Haram yollara insan zihninin bu özelliği üzerinden düşüyor. Bu özelliği iradesini güçlendirmek için de kullanabilir.
Fakat yerinden kımıldamayan iradeyi harekete geçirecek süper bir yol, korkutucu, itici, sürükleyici bir psikolojik güç kullanmaktır. Bir türlü rahatını bozmayan bir iradesiz kabadayı, kendisine bir aslan saldıracak olursa ne yapar acaba? Yerinden fırlayıp koşmaya başlamaz mı? Rahatına ve kötü alışkanlıklarına sımsıkı sarılan nefis kabadayısını yerinden kımıldatmanın önemli bir kaldıracı nefse ölüm aslanını göstermek olamaz mı? Aklı ve vicdanı iyi çalışan her insanda işe yarayacağına inandığım bir taktiği açıklayacağım burada:
Bir vakit, sabah işe gelir, gazete, haber, günün dedikodusu, üç beş iş, eş dost ziyareti derken öğleni bulur, ömrümüzü oyalanarak öldürürdük.
Gecenin birinde, hayatımı yararsız bir yokluğa yuvarladığımı algılayan vicdanımın çığlıklarıyla sabahladım. Değişmeliydim. Ölü gibi yaşamaktan diri gibi yaşamaya dönüşmeliydim. O zamanki amirlerim muhafazakârlığım yüzünden beni dışladılar diye hayata küsmemeli, savaşmalıydım.
Kahraman komutan yenileceği endişesiyle savaştan kaçar mı? Sonuç zafer olmasa bile sırtından vurulan korkak bir asker mi olmak istiyorum? Göğüs göğse savaşarak, gerekirse şehit olmayı mı seçiyorum?
Ölümü kaldıraç olarak kullandım. Hayalimle geleceğe gidip bedenimi mezarıma indirdim ve geri döndüm. Dünyadayım ama kimse beni görmüyor. Kimseye sesini işittiremiyorum. Kimseye dokunamıyorum. Bir yudum su içemiyorum. Elsiz, ayaksız, dilsiz, gözsüz kulaksız haldeyim. Bir gün başıma gelecek o hal gelmeden neden bugün kendimle çalışma yolunda yarışmıyorum? Ne bu tembellik?
Bugün hayatımın son günü olabilirdi gerçekten. Bugünden sonra bir daha konuşamayabilirdim. Dua edemeyebilirdim. Kitap okuyamayabilirdim. Secde edemeyebilirdim. Bir hayır ve sevap kazanamayabilirdim. Bugün gerçekten hayat filminin son sahnesi olabilirdi ve bu bir şaka değil.
Ben zaten ölmüşsem, Azrail (as) kapının ardından beni izliyorsa, bütün çabam iki dünyaya da hayrı dokunan hangi işleri yapacağım ve gideceğim yere ne götüreceğim üzerine olmalıydı. Bugün bu güzel dünya ufkuna doğduğum son günüm olabilirdi.
Fırtına gibi çalışmaya başladım. Yürürken, otururken, sırada beklerken, araba kullanırken, her anda ve halde çalışıyordum. Bedenim bir yerde çalışmadan bekliyorsa aklım ve kalbim çalışıyor, bir şey okuyamıyorsam düşünüyor, hatırlıyor veya zikrediyordum.
Çoğu sabah yapacaklarımı yazıyor ve sıralayıp yapıyordum. İş yoksa buluyor, üretiyordum. Okuyordum, düşünüyordum, yazıyordum, cevaplıyordum, zikrediyordum, şükrediyordum.
Bazen dengemi koruyamadığım ve hırs yaptığım için yorgun düşüp hastalanıyordum. Sonra da toparlanıp iyileşince, hemen kaldığım yerden bu sefer daha dikkatli olarak devam etmeye çalışıyordum.
Çalışmalarım irademi, yeteneklerimi, başarımı geliştirme yönünde işe yaramayacak mı? Derdimi dindirmeyecek mi ve beni amacıma ulaştırmayacak mı? Ferhat gibi bir tünelde takılıp kalacak mıyım? Hiç sanmıyorum. Akıllı ve basiretli ve azimli çalışanların neleri başardıkları gözlerimin önünde… Kaldı ki ne fark eder! Allah öteki dünyada herkese çabasının karşılığını eksiksiz vermeyecek mi? Şükürler olsun. Dr. Muhammed Bozdağ