Soru: Hocam Allahi sınırlı bir şekle koymamamiz lazım olduğunu bütün yaratilanlarda onu görmemiz gerektiğini hatta Allah aynadaki yansimamizda olduğunu bütün herseyin enerji olduğunu, Allah’in da o sonsuz enerjiden ayırt olunmaması gerektiğini okudum. Fakat hocam biz Allahın huzuruna cikmayacak miyiz? nasıl oluyor benim algılamam mi yanlış? hem Hz musa Allahi görmek istediğinde Allah ona kendini gösterirken dağlar bile dayanamamış. Sanki bi terslik var ve ben algiliyamiyorum gibi.
Cevap: Her kim meseleyi böyle yazmış veya böyle anlamışsa gerçeği kaybetmiştir. Gerçeği Allah’ın lütfuyla anladığımıza göre, şöyle ifade edelim:
-Bu kâinat ve yaratılan hiçbir şey Allah’ın parçası değildir. Maddenin kökeninin tanecik değil, dalga yapısında olduğu modern bilim tarafından ortaya çıkarılmış ve bilim o kökene enerji demiştir. Bu bir bilimsel kabuldür, paradigmadır, varsayımdır.
-Kainatın ruhu, enerjisi veya özü dedikleri şeyi ilah veya yazdığınız gibi –haşa-Allah yerine koyan felsefe temelde Hinduizmden gelen ve ne yazık ki bizim İslamın bir kısım tasavvuf erbabına da bulaşan batıl felsefedir.
-Allah madde de değildir, enerji de değildir. Hakimiyeti kainatın her zerre noktasına ulaştığı halde, bizzat kendisi kainatın içinde de değildir. Allah yarattığı hiçbir şeye benzemez. Hayal edilemez. Tasarlanan, hayalden geçen hiçbir şeye de benzemez. Allah’ın zatının varlığının bir fiziksel veya metafizik veya varsayımsal sınırı çizilemez. Bu yüzden de insan idrakinin bizatihi Allah’ın zatını algılaması imkânsızdır.
-Allah olarak algıladığımız esas varlık, soyut olarak yüreğimizde hissettiğimiz ve sadece sonsuzlukla ve sınırsızlıkla ve esmaül hüsna sıfatlarıyla hissettiğimiz O’dur. Yüreğimizin derinlerindeki O.
-Allah’ın kâinattan algılanması bizzatihi kendi yüce zatının algılanması şeklinde olamaz, fakat esmasının tecellisi şeklindedir. Bir şairin kişiliğini, düşünce ve ilim derinliğini şiirinden anladığımız gibi yüce Yaradan’ı da yarattıklarına yüklediği vasıfları inceleyerek anlarız. Anneye şefkat verdiğine göre o Rahim’dir. Bizi yedirdiğine göre o Rezzaktır. Bize can verdiğine göre o Muhyi’dir.
-Aynada, olaylarda gördüğümüz şey bizzat Allah değildir. Allah enerji değildir; ışık güneşin parçası olduğu gibi bir mantıkla, madde Allah’ın parçası değildir. Gördüğümüz şey Allah’ın güzel isimlerinin yansımaları, yani gölgeleridir. Yoksa Allah bizzat varlığıyla kâinattan hariçtir, zamanın ve mekânın dışındadır. Fakat her yerde, her zerrenin her noktasında ancak isimlerinin yansıması itibariyle vardır. Bunun mantığı bir anlamda güneşin dünyadan uzak olduğu halde ışığıyla burada iş yapması gibidir.
-Madem Allah’ın parçası değiliz, âlemin Allah ile ilişkisini nasıl kuracağız? Allah bu aleme dokunmuyorsa ilişki nasıl kurulacak veya dokunuyorsa neden parçası değil?
-Allah ezeli ve ebedidir. Yok olucu değildir ve sınırsızdır. Kâinatta ise bizim var diye algıladığımız her şey hadistir/fanidir, sonradandır, yok olucudur ve sınırları vardır. Bu vasıflar itibariyle tek bir zerre şey Allah’ın ezeli vacip vücuduna bağlantılanamaz. Öyleyse? Aramızdaki ilişki, ikisi birbirinin parçası olmayan ışık gölge ilişkisidir.
-Allah yerlerin ve göklerin Nur’u olduğunu bildirmiştir. Nur ışık kavramıyla ilişkilendirilir. Işığın kökeni olan enerjiden sonraki aşama, enerji dedikleri hayali varlığın kökeni Nur’dur. Kâinat Allah’ın Nur isminin gölgesinden yaratılmıştır.
-Gölge ile ışığın ilişkisine dikkat ediniz. Işığı ayakta tutan gölge değil; ama gölgeyi var eden, yaşatan ışıktır. Işık sönerse gölge yok olur ve ışık tam vurursa gölge yine yok olur. Dahası, gölge yok olucu ve değişkendir. Işıkla bağı kopunca, ışıkla ilişki derecesi değişince gölge de değişiyor. Işık tamamen kuşatınca gölge yok oluyor.
-Gölgenin ışığın parçası olmadığının mantığını kavrayalım. Gölgeye ışığın azalmış hali yol açar. Gölge algısına sebep olan, fotonların eksilmesidir. Biz itibari olarak fotonların eksilen tarafını algılayıp gölgeyi görüyoruz. Hakiki varlık olan foton ise gölgenin zatını oluşturmuyor.
-Bu metaforla kâinata bakarsak, Allah hakiki, ezeli, ebedi, ölümsüz, sönmez, sınırsız Nur’un kaynağıdır. Kâinatın maddesi de bu Nur’un gölgesidir, dikkat edin parçası değil. Nur tam tecelli etse kâinat yok olur. Işığın gölgeyi yok etmesi gibi. Nur tamamen tecelli etse madde mum gibi erir anında… Allah’ın nurundan az daha fazla bir tecelli ile, yani nurun artması ile maddenin bozulması, dağın lav gibi parçalanması ve Musa aleyhisselamın korkudan bayılması olayının gösterdiği mesele budur. Musa Aleyhisselama Allah’ın bir ağacın gövdesinden seslenmesi de Kelam isminin yine benzeri bir tecellisinden ibarettir. Bizzat Allah’ın zatının mevcut olduğu yerde kâinat yok olur.
-Allah ile âlem arasındaki ilişkiyi zihninizde sağlıklı yapılandırmak bakımından Sonsuzluk yolculuğu kitabımızı okumalısınız.