Eğitim Bilim Dergisi: Kişisel gelişimin manevi yönü…
21-Temmıuz-2006
Bozdağ: ” Mevlana insan ruhunu kuru otları bal sanan eşeklerin kafesine hapsedilmiş misk kokulu ceylan yavrusuna benzetir. İnsanın yükselmesi yüceler yücesine aşkını ateşlemesinde saklıdır.”
Eğitim Bilim Dergisi
İnsanlar neden kişisel gelişime ihtiyaç duyar? Modern hayat tarzının bunda etkisi nedir?
Bildiğiniz gibi insanın gelişim arayışı yeni icat olmadı. Gelişim arayışı insanlık neslinin en temel derdidir. Diğer yaratıklar yetenekleriyle eğitilmiş ve donanımlı doğdukları halde, insan muhteşem bir potansiyelle ama bomboş bir çocuk kimliğinde doğuyor. Yetişip yaratılış amacını gerçekleştirmesi, potansiyelindeki enginliği gerçekliğe dönüştürmesi gerekiyor.
Doğuda peygamberlerin, Batıda filozofların toplumlara kazandırmaya çalıştıkları değer elbette kişisel gelişimdi. Modern hayatın farklı olarak geliştirdiği şey, kişisel gelişimin moderncesidir. Yani modernizmi doğuran insan merkezli Yaratıcısız evren varsayımıyla uyumlu bir gelişim arayışıdır.
Modernizmin evreninin merkezinde insan vardır. Yaratan yoktur, melek yoktur, diriliş, sonsuzluk, hesaplaşma ve cennet yoktur. Tek enerjisi paradır, nefsanidir, cinseldir, daraltıcıdır. Sonsuzluğa mensup insan bu kalıba sığamıyor ve bu yüzden madernizmin hükmettiği 1950 sonrası kuşağın en büyük derdi mutsuzluktur, hatta giderek artan oranda depresyondur. Bu açıdan kişisel gelişim modernizmin tekelinde olamaz, olmamalıdır.
Modernizm şimdilerde ruh bunalımına kendi dünyeviliğiyle uyumlu gördüğü hinduizmden ve uzak doğu felsefelerinden çözüm devşirmekle meşgul. Mutluluğu yaratandan kaçarak mutlu olunduğu nerede görülmüş.
Evren sayısız ilahi lütuf alanlarıyla kuşatılmıştır. Onlardan sadece biri insanların ve hayvanların midesine hitap eder. Ama insanlara sunulan göze, kulağa, gönüle hitap eden muhteşem gıda alanlarını algılamanın yolu ilahi sanatı okuyabilir birer sanatkar olmaktan geçer. Doğanın sesindeki, tasarımındaki ihtişamı, sevgiyi, coşkuyu, yüksek ahlakın muhteşem zevkini tadamayan gönüller daracıktır. İnsanın maddi dünyası elinin ulaştığı, dudağının değdiği yerde biter. Ama ruhani dünyası yıldızların ötesine ulaşabilir potansiyeldedir. Ruhunu keşfeden, bedeninin hapishanesinden bakınca kendini kafese kapatılmış kuş gibi sanacaktır. Sonsuzluk arzusu ruhsal açılımların eseridir.
Kişisel gelişim, sizce modern hayat tarzının kötü sonuçlarını bertaraf edecek güce sahip midir?
Evet diyemiyorum. Aksine, tırnak içinde “kişisel gelişim” dendiğinde kast edilen felsefi çerçeve modernizmin getirdiği bunalımlardan kurtarma yolunda yine modernizmin ürettiği bir oyalanma taktiğine dönüştürülüyor. Bizim bu gidişi tersine döndürme sorumluluğumuz var bence.
Sorun çok temeldedir. İnsanı, varoluşunu, geleceğini, hayatının anlamını nasıl yorumluyorsunuz? Evrende insan kimdir? Buradaki işi nedir? Yok mu olacak; yoksa koşuşturarak yaşayıp bitirdiği hayatının sonundan başka maceralara mı atılmaya hazırlanıyor?
Modernizm insanın bilincinin dünya ötesine tüm ilgisini ve merakını yok etmeye adanmış, insanı sadece dünyaya ait, maddesi kadar küçük bir varlığa dönüştürme çabasına girişmiştir. Böylece yüksek insanlığın kafası koparılıyor; insanlık Yaratıcısından uzaklaştırılıyor. Batı tarzı kişisel gelişimde bu en temel soruna yönelik sağlıklı çözüm arayışlarını görmekte zorlanıyorum. Kafası koparılmış serçenin kanat çırpınışları uçmasına yeter mi?
Modern kişisel gelişimi modern bilim felsefesinden ayrıştıramazsınız. Modern bilim doğayı, yaradılışı ve olay akışlarını hayali doğa yasalarının eseri olarak kabul ettirdiğinden bu yana her dilden ve dinden insanlar bunalıma sürükleniyorlar. Modern algılama biçimleri insan doğasıyla uyuşmuyor.
Bu yüzden Amerika gibi kişisel gelişimin çılgınca yayıldığı ülkeler başta olmak üzere insanlık şiddetli bunalımlara sürükleniyor. Yüzlerinden gülücükler akan sevimli insanların gönüllerinde fırtınalar kopuyor.
Ruhsal Zeka kitabını okuyan pek çok okuyucu hissettikleri huzurdan söz eden mesajlar gönderdi. Rahatlamak için yanlarında taşıdıklarını ve sık sık okuduklarını yazıyorlar. Hatta bazıları okurken başka bir evrene girdiklerini sandıklarını yazıyorlar. Sebebi işte satır aralarından algıladıkları bu paradigma değişikliğidir. Çocukluklarından beri öğrendiklerinden farklı bir evren algısına sürükleniyorlar. Bazılarına belki bir bilimkurgu gibi gelebilir.
Ölümden sonraki hayata, başarılı ve mutlu olmaya vurgu yapan çok kitap var piyasada. Ama sizin yazdıklarınıza ilgi çok yüksek. Bunu neye bağlıyorsunuz. (Bugüne kadar hangi kitabınız kaç adet sattı, bilgi verirseniz sevinirim)
Değerli eserler hakkında değerlendirme yapmak haddime düşmez. Ancak ne kadar farklı bir yol izlediğimi zaman gösterecektir. Dersleri dışlayarak diplomaya kavuşamazsınız. Ölümden sonraki mutluluğa kavuşmanın yolu bu dünyayı önemsizleştirmek ve terk etmek değildir. Dünyada ekmediğiniz bir değerin meyvesini öteki hayatta yiyemezsiniz.
Çok şükür şu ana kadar kitaplar büyük ilgi gördüler. Sakin ama sürekli bir taleple karşılaşıyorum. Ruhsal Zeka 89, Düşün ve Başar 85 ve İstemenin Esrarı 55 baskıya ulaştı. Sonsuzluk Yolculuğunu da daha yeni yüzbin bastık.
Ben sadece hayatın içinden yola çıkmaya, bilimi, mantığı, hayatın gerçekliği içerisinde yeniden yapılandırmaya çalışıyorum. İnsan kalp sahibidir; ama gerçeklik avcısıdır. Öteki dünyanın bu dünyayla bağını kuramazsanız, sonsuzluk yolculuğunuzu dengeli sürdüremezsiniz. Doğanın her köşesini kuşatan ilahi mesajları okuyamazsanız Yaratıcıyla gerçek bağlar kuramazsınız. Kalpler karanlık maddeye yöneldiği ölçüde aydınlık nurdan mahrumlaşır.
Hayata tutunmak yolunda sergilediğiniz fedakarlıkları görüyorsunuz. İşsizlik canımızı acıtıyor; güvensizlikten korkuyoruz. Peki sonsuzluğa tutunmak uğrunda sergilediğimiz çaba nedir? O sizin sorumluluğunuzda, kimsenin değil.
Her hayat havalanan bir uçaktır; çığlıklarla geldik, gözyaşlarıyla uğurlanacağız ve uçağımız çok hızlı. Kırk yaşına dayanmış bir insan olarak, sonsuzluğuma gerektiği gibi hazırlanamamaktan telaşlanıyorum bazen. Aynı AdemHavva’nın çocukları olarak tüm kardeşlik duygularımızı takınıp birlikte yürüyeceğimiz asıl sonsuzluk maceramızda yardımlaşmamız gerekmez mi?
Dünyada ve Türkiye’de kişisel gelişimde ölümden sonrasına pek vurgu yapılmıyor. Sizin bu yolu tercih etmenizdeki sebep nedir?
Mevlana insan ruhunu kuru otları bal sanan eşeklerin kafesine hapsedilmiş misk kokulu ceylan yavrusuna benzetir. İnsanın yükselmesi beden kafesini kanıksamasında değil, yüceler yücesine aşkını ateşlemesinde saklıdır. Kişisel gelişim bizi sonsuzlukla uyumlu bir yetenek avcısına, ahlak ve erdem arayışçısına dönüştürebildiği ölçüde değerlidir, çaredir, kurtuluştur. Rekabetçiliğe, maddeciliğe, bencilliğe ve bireyciliğe sürüklediği ölçüde bunaltıcıdır. Kişisel gelişimi maddeci algılamanın sonu psikiyatri kapısına dayanacaktır.
Sonsuzluk Yolculuğu kitabını bu yüzden yazdım. Dünya sonrası uydurulmuş bir hayal değil. Hayatımız kısacık ve ayrıca kıyametin çok yaklaştığına inananlardanım. Dahası insanın dünyadaki huzuru maddi yapılardan açığa çıkan ruhani anlamları keşfetmesinde gizlidir. Birkaç dakikalık dünya hayatında denizler enginliğindeki geleceğimizde kuşanacağımız donanımımızı inşa edeceğiz.
Ruhsal zeka kitabının son bölümünde değinmeye çalıştığım kader sırrını keşfetmeliyiz. Kendilerince başarıya ulaşanları birebir modelleyerek aynı sonuca ulaşacağımız tezini onaylamıyorum. Elbette başarının yolları vardır ve öğrenilebilir. Ama, ben peygamberlerin, siyaset, ticaret ve sanat dahilerinin hayatlarına baktığımda, son tahlilde hep kaderin konuştuğunu görüyorum.
Başaranların hayatları inanılmaz gözyaşlarıyla, ihanetlerle, yalnızlıklarla doludur. Bir okuyucu hayatımda algıladığı başarıları kendi başarısız girişimleriyle kıyaslayarak kaderine küsmüş; başarısızlığa mahkumiyetine hükmetmiş. Tamam da, ben o başarılara ulaşıncaya kadar, onlardan kat kat fazla başarısızlıklara uğradım. Gerçekçi olmalıyız. Sonuna dek tek tonlu tembel eğlencelerle kuşatılmış bir başarı örneğine henüz tanıklık etmedim. Öyle olmasaydı, bir holding sahibini özenle gözlemleyen herkes holdingler inşa edebilirdi.
Hayaller bizi çalışkan ve canlı kılar. Mevlananın dediği gibi her hayal eninde sonunda gerçekliğini bulur; ama mutlaka ve yalnızca bu dünyada değil. Her fidan aynı ağaç olma yolunda çırpınır; ama kimisi daha ilk filizlenmesinde bir keçiye lokma olacak; kimisi dev gövdesiyle devrilecektir. Yapıp üretelim; ama bir depremin her şeyi silip süpürebileceğini de unutmayalım.
Ölüm ummadığımız kadar yakınımızdan izleyen gerçekliğimizdir. Gözleniyoruz ve dikkatle sicilimiz tutuluyor. Kim yolunun ötelerini daha net görebiliyorsa o daha fazla kutludur. Öteleri görmezden gelmek hapla veya alkolle zihni uyuşturmaya çok benzemiyor mu?
Ahlakı, sevgiyi, yardımlaşmayı, fedakarlığı, adanmışlığı içşelleştirmenin öteleri görmekten daha emin bir yolu olabilir mi? Ben bilmiyorum. Bu yüzden Sonsuzluk Yolculuğu kitabını yaşanacak muhtemel sahnelerle canlandırdım. Tüm evren tarihinden anladığımı tek bir kitaba sığdırmayı denedim.
Kim Yaratıcısına güvenenden daha cesur olabilir? Karanlıklarda yapayalnızken bile diktiğiniz fidanın meyvesinin eninde sonunda karşınıza çıkacağını bilmezseniz, saniyelerinizi nasıl üretimle doldurursunuz ki? Ruhani dostlarınızla tanışmazsanız, kaçınılmaz zorluklara hangi dayanışmalarla göğüs gerebilirsiniz?
Modern oyuncaklar söz birliği etmiş ve bize “kaçın gerçeklinizden” çığlıkları koparıyor. Ne de çok yapacak işimiz var bu hayatta, ne bitmez hayallere, arzulara sahibiz değil mi? Tarihin nice zirvelerinin her şeyi öylece bırakıp gitmek zorunda kaldıklarını görerek yaşamazsak, bence kendimize zulmederiz. Sona ulaştığınızda ikinci kez deneme şansınız yoktur. Bunu çok net algıladım. Hz. İsa “Öyle bir zaman gelecek ki birincilerin çoğu sonuncu ve sonuncuların çoğu da birinci olacak” demiş. Sonundaki diplomaya bakarak üniversitenin zor sınavlarını göğüslemiyor musunuz? Sonu başarısız bitecek bir hayat için mi peki bunca gözyaşı, bunca inleyiş? Asıl en büyük mezuniyet gününde elinize ne verilecek?
Açıkçası, bazılarına acıtıcı gelse de, ben evrenin Sahibiyle barışık bir gelişimciliğin yolunu arıyorum. Ruhsal gelişimle el ele gitmeyen gelişimciliğin içini boş ve zayıf buluyorum. Sağlam vicdanların bu arayışı onaylaması gerekir.
Son kitabınız “Sonsuzluk Yolculuğu” ile neyi amaçladığınızı biraz daha açar mısınız? Bu kitaba gösterilen ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?
Bu güne kadar başarı ve motivasyon üzerinde kitaplar yazdım. Fakat bugün geldiğimiz noktadan yurdumuza ve insanlığa bakınca ürpertiye kapıldım, uykularım kaçmaya başladı. Olumsuzlamak yakışmıyor, ama gerçekten üzgünüm. Gençliğimizi ve insanlığımızı nereye sürüklediğimizin farkında mıyız? Bugünün filmlerini izleyip populer kültürünü içselleştiren nesiller 20 yıl sonra neler hissedip nasıl yaşayacaklar?
Yaratıcıyı kalbimizden kovmanın cezası canımızın sinek kadar değerinin kalmaması oluyor. Birbirimizi sevmememiz, hep kıskanan, çekemeyen, öfkelenen, paylaşamayan insanlara dönüşmemiz oluyor. Son üç yılda bu ülkede 700 binden fazla çift boşanma davası açmışsa, bırakın geleceğin gençlerini şimdiki yetişkinler de kendilerine çoktan yazık etmişler demektir.
Hayaller ötesi bir geleceğe hazırlanıyoruz. Mevlana diyor ki, tevbesiz hayat, baştan sona can çekişmedir. Gideceğiniz yerden korkuyorsanız, bekleme salonunda ürperir durursunuz.
Oyunla, bilimkurgularla, hayallerle, yarışmalarla, maçlarla, haberlerle, magazin dedikodularıyla oyalanarak sürükleniyoruz. Ötelere hiç hazırlanamadan. Nicelerinin uğrunda kan ve gözyaşı döktükleri birikimlerinin paslı dünyada kaldığını görmek istemiyoruz.
Demek istediğim şu: Dünyevileşme tuzağı tarafından ele geçirildik. İnsan denen devin her kasına modernizm her gün yeni bir zincir halkası takıyor. Zincirlerimizi çözecek tek güç gönlümüzde, içtenliğimizde, gözyaşımızda, samimiyetimizde sakladır. Yaratıcıma dost olmanın yollarını arıyorum. Çünkü Onunla dost olabilenin gönlüne tüm evren sığacaktır.
Türkiye’de kişisel gelişim sektöründe faaliyet gösterenlerin sayısının artması bu talebin arttığını mı gösteriyor yoksa bu durum “İşsiz kalan, kişisel gelişimci oluyor” eleştirisini haklı mı çıkarıyor…
Öncelikle bu eleştiri giderek yoğunlaşıyor ve üzgünüm ki haklılık kazanıyor. Talebi artan ürünün taklitleri de çoğalır ve ne yazık ki taklitler içtenlikten yoksundur. Ruhtan, gönülden, deneyimden, içselleştirmeden çıkmayan üretimlerle gönüllere ulaşamayız. Kesip yapıştırarak üretilen eserler üretmek sosyal olduğu kadar ahlaki bir vebaldir. Kendisi olan ve yaptığına kendi farklılığını nakşeden sanatkar başarıya ulaşır. Bu açıdan özellikle insan eğitimine para hırsıyla yaklaşmamalıyız.
Kişisel gelişime talep artışı bir yandan bu olgunun yükselen rüzgar olmasından, diğer yandan da toplumsal gerilimlerimizin armasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Evrensel gerçekliğimizden, varoluş amacımızdan uzaklaşmanın ve kolaycılık anlayışının da sürükleyişini unutmamalıyız. İnsanlık hızla psikolojik bir mengenede sıkıştırılıyor. Kişisel gelişim paketlemelerinde kolay ve hızlı çözümler arıyoruz.
Kitaplara sorun çözen haplar gözüyle bakmamalıyız. Bilginin yolu öğrenmektir der Mevlana, ama yeteneğin yolu tekrar tekrar yapmaktır. Ustalık kazanmazsanız demirci tezgahında saçınızı sakalınızı yakarsınız. Alın terinin ve bedel ödemenin önemini yitirdikçe, eserlerden edindiğimiz anlık heyecanlarımız daha ağır bunalımlar üretecektir. Üretimsiz başarı imkansızdır. Siz ne üreteceksiniz? Değişmek istiyorsanız, yattığınız yerden kalkacaksınız, kollarınızı sıvayıp tezgahınızın başına geçeceksiniz.
Sadece kişisel gelişimci üreten kişisel gelişimcilik işe yaramaz. Eminim ki gelişimci dostlarım da bunun bilincindedirler. Hayat çok renkli ve çeşitli yetenek alanlarından oluştuğu sürece anlamlıdır ve çekilirdir. Ne yapıyorsak, kişisel gelişimi o işe uyarlamalıyız.